Her Şeyin Başlangıcı

169 29 118
                                    

Yusuf Öner için zor bir sınav daha bitmişti. 40 dakika önce dar uzun sınıflarında öğretmeni matematik sınavını dağıtmıştı, şimdi ise topluyordu. Onur hoca iyi bir hocaydı, en azından Yusuf onu seviyordu. 30 kişilik sınıfta bir tek ben miyim? diye düşünmeden edemezdi bazen. Yusuf'u önden 2. sıraya, cam kenarına, oturtan hocası Jale hocadan ise nefret ederdi. Matematik hocasıydı ve sınavları çok zordu. 

Neyse ki yanına en yakın arkadaşı Ahmet'i oturtmuştu. O olmasa okulu çekilmez buluyordu. Zaten okul kıyafeti (beyaz gömlek ve mavi kot pantolon) kaşındırıyordu onu. Ama bütün bunlar sadece 3 dakika 20 saniye sonra anlamını yitirecekti.

"Yusuf kağıdını vermeyi düşünüyor musun?" diye sordu alaycı ve insanı rahatlatan bir sesle Onur hoca. "Pardon hocam, alın." dedi Yusuf daldığını fark ederek. Arkadan Hüseyin'in öksürüklerini geliyordu. Son iki gündür hasta olmasına rağmen okula geliyordu. Zaten insanları patır patır hastaneye yatırıyorlardı, bir de Hüseyin yüzünden (ki kendisini pek sevmez Yusuf) hasta olursa...

Onur hoca kağıdını alıp uzaklaşırken dışarıdan tiz bir çığlık sınıfı doldurdu. Yeni boyandığı için (doğru okul yönetimi biraz sorumsuz) boya kokusundan zor nefes alan öğrenciler nefeslerini tuttu. Yusuf hemen ayaklanıp camdan dışarı baktı. Pencere okulun yanındaki bayıra bakıyordu. Ama bayırda bir şey göremedi. Çığlıktan sadece 1 saniye sonra art arda patlamalar gerçekleşti. Herkes bağırıp camlardan uzaklaşmaya çalıştı. Acı bir fren sesine çocuk ağlaması karıştı. Sadece Yusuf kıpırdamamıştı. Çünkü gördüğü şeyi beyni algılayamıyordu. Bayırdan inen bir araba birden sola döndü ve Bayırın öteki tarafındaki dondurmacının camından içeri girdi. 

Neden o kadar ani dönmüştü ki? Aynı şekilde bir taksi hızla sağa döndü ve okulun bahçesine açılan metal kapıyı delerek (okul kaç senelikti Allah bilir, her yeri dökülüyordu. Delmesi gayet normal çünkü ticari kasa bir taksiydi.) okulun bahçesine girdi. Son anda tekrar sağa kırdı ve bodoslama okul duvarına girdi. Okul duvarı dağıldı ve taksinin ön kısmına yıkıldı. 

Çocuk ağlamalarına yetişkin çığlıkları ve yardım edin feryatları karıştı. Bir yetişkin koşarak kırık kapıdan içeri girdi. Sarı tişörtü kan içindeydi ve pantolonu da bu kanamadan nasiplenmişti. Omzunun yarısı yoktu, açık damarlardan fışkıran kan arkasında iz bırakıyordu. Daha bahçenin ortasına gelemeden kapıdan koşarak giren bir çocuk adamın üstüne zıpladı ve onu devirdi. Adamın üstüne çıktığı gibi ensesine eğildi ve dişlerini geçirdi. Arabalar aniden yoldan çıkıp kaza yapıyorlardı, bir çocuk adamın ensesini yiyordu ve bir yerlerde (taksi olabilirdi) bebek ağlıyordu.

Bunların hepsi sadece 7 saniye aldı. Onur hoca çığlık attığında Yusuf şoktan çıktı. Arkasını döndüğü gibi 20 kişinin yere yığıldığını (evet buna Hüseyin de dahil) gördü. Geriye kalan 9 kişi arkadaşlarını uyandırmaya çalışıyordu. Ama Hüseyin aniden kalkmış ve Onur hocanın üstüne zıplamıştı. Onur hocanın her zaman siyah takım elbisesinin altına giydiği bembeyaz gömleği yırttı ve göğsüne dişlerini geçirdi. Yusuf bir an dondu kaldı, Onur hocanın göğsünden lokma alan Hüseyin kafasını geri çekti ve göğüsteki boşluktan fışkıran kan Hüseyin'i boyadı. Onur Hocanın devrildiğini gördü Yusuf, en sevdiği hocasını sevmediği biri yiyordu. 

Tam o anda sınıfın arkasından iki kişi fırladı (Yusuf'un aptal olarak nitelendirdiği iki kız) ve Batuhan'ın üstüne çıktı. Sohbeti vardı onunla ama bir daha sohbet edebileceğini sanmıyordu Yusuf çünkü kızlar kolundan ve karnından ısırıklar alıyordu. Yusuf harekete geçmesi gerektiğini anladı, tüm devrilenler yavaş bir şekilde ayaklanıyordu. Kapıya gitmek istedi ama önünde Onur hocayı yiyen Hüseyin çıktı. Artık bir kalbi yoktu Onur hocanın. Zıpladı ve Hüseyin'in sırtına basarak öbür tarafa geçti. Sınıftan iki kişi çıkmıştı bile, kulaklarında uğultu vardı Yusuf'un. Arkasına döndü ve devrilmeyen arkadaşlarını yiyen diğerlerini gördü. 

Birinin ona baktığını fark etti. Yusuf'un hemen arkasında öğretmen masası vardı ve metal ayağının emaneten durduğunu biliyordu. Evet biraz yaramazlık yapıp kırmışlardı. Arkasını döndüğü gibi masanın ayağına tekme atıp kopardı. Metal çubuğu kaptığı gibi geriye doğru savurdu. Ferit hemen arkasındaymış, bembeyaz gözlerini görünce midesi bulandı Yusuf'un. Metal çubuk kafasını yarıp yere yığınca midesi ağzını zorladı. Neyse ki o cehennemden biri onu çekti ve sınıftan çıkardı. O çıktığı gibi sınıfın kapısını kapadılar. 

Yusuf hala sınıf kapısına bakıyordu. Elinden Ferit'in kanıyla ıslanmış metal çubuğu düşürdü. Bayılacaktı galiba, görüşü bulanıklaştı. Sonra iki büklüm oldu ve sınıf kapısına kustu. Daha öğlen gelmemişti, midesi bomboştu. 

Tek kurtulan sınıf onlarınki (8H) değildi. Üç sınıftan daha öğrenciler çıkmıştı. Hepsi de son anda kapılarını kapatmış ve adrenalinin ani yükselişinden yere oturmak zorunda kalmışlardı. Birkaç kişi daha kusmuştu. Son anda Deniz (Yusuf tanımıyordu onu) akıllıca davranıp büyük salonun metal kapısını kapattı. Yusuf kusma faslını bitirdi ve ağlamaya başladı, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bu diğerlerinin de (25 kişi kurtulmuştu, 20'si) ağlamaya başlamasına sebep oldu. Ağlamayanlar da boş boş bakıyorlardı.

Yarım saat kadar ağladılar, gözleri kurudu resmen. Ahmet sürekli Yusuf'u sakinleştirmeye çalışıyordu: "Yusuf bak oğlum sensiz olmaz lan, kendine gel! Lütfen sen olmazsan ayakta kalamam oğlum hadi lan!" "Ahmet, yapma gözünü seveyim. Çocuk adamı yedi!" "Yediyse n'olmuş ha, seni mi yedi!" "Ahmet..." Ahmet artık köpürmüştü. Ağlamaktan sesi kısılan Yusuf'a bağırdı: "Belli ki zombi salgını var! Rüya da değil maalesef!" sonra herkese döndü "Kendinizi koyvermeyin, lütfen grup olamazsak ölürüz!" Yusuf ağır hareketlerle ayağa kalktı ve Ahmet'in kulağına fısıldadı:

"Ahmet yaratık..."

"Allah bismillah korkuttun lan!"

"Özür dilerim ama onlar yaratık Ahmet, nefes alıyorlardı."

"Ne olduğu önemli değil tamam mı? Fark etmez." Herkes yavaşça susmaya başladı. Ağlamadan sonraki aşama olan şoka girmişlerdi. Kimse bir şey düşünemiyordu, sadece kendi sınıflarında olan vahşet akıllarındaydı. Ahmet de sustu ve onlara zaman vermeye karar verdi. Bir tek o fazla etkilenmemişti. 25 kişi kalmak, kötüydü.

Birden bir kız bağırdı: "AİLEM!" ve tekrar başa döndüler, herkes ağlamaya başladı. Ahmet rahatsızdı sadece, aklından Onur hocası gitmiyordu. Yusuf ise annesi ve babasını düşünüyordu. Babasının izin günüydü bugün, annesi ise güne gidecekti. Acaba sağ kurtulmuşlar mıydı?

Ağlama sesleri bitti sonunda. Ama hala hiç kimse konuşmuyordu. Hava karardı. Sonunda bir erkek yanlarına geldi:

"Selam ben Deniz." dedi çatlak sesiyle ve Yusuf ile Ahmet'in karşısına oturdu. Saçları sapsarıydı, kanlı okul tişörtü dikkat çekiyordu. Ahmet meraklanmaktan öteye geçti:

"Ben Ahmet, lütfen üstündeki kan senin kanın olmasın." dedi ve güldü. Ama neşeden yoksundu. 

"Ben Yusuf." dedi ve sustu Yusuf. Deniz de güldü, biraz histeri saklıydı içinde: "Merak etme bana zarar vermediler. Ama üstüme başkasınınki sıçradı. Hiç yeme adapları yok!" Bu Yusuf'u gülümsetti. Bu kadar dağıtmamalıydı. Etrafa bakındı, kendi sınıflarından dört kişi kurtulmuştu, Ahmet, kendisi, Nisa ve Yasin. Yeni bir dönem başladı Yusuf için. O an içinde bir şeyler değişti, artık üzülmüyordu ama korkuyordu. Ağlamayacaktı ama neşeli de olmayacaktı. En önemlisi; 
cesur olacaktı ama aptallaşmayacaktı.

Bu kişilere rehber olmaya söz verdi Yusuf, metal çubuğa sarılmıştı. Annesi ve babası için buraları koruyacaktı, böylece şok kısmını da yaklaşık 3 saatte atlattı ve kabullenme kısmına geçti(inkar kısmını atlayarak.). İyi ki arkadaşlarıyla gizlice ölen insan videoları izlemişti. Psikolojisi kaldırmalıydı.


Ölü Günler (YAZILIYOR) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin