Salon sessizdi. Hava kararmıştı ve çürük et kokusu yüzünden ağırlaşmıştı. Bir tek Yusuf ve Ahmet uyumuyordu. Diğerleri de aslında uyuyacak halde değillerdi, ama uyku onları zorla pençeleri arasına aldı.
"Durum berbat gözüküyor." Uzun zamandır olan sessizliği bozdu Ahmet. "Annem ile babamı düşünmeden edemiyorum Ahmet, onların nasıl olduğu... İçimi kemiriyor!" Yusuf'un sesi aşırı yorgun geliyordu ve bu Ahmet'i üzüyordu. Uyumasını istemişti Yusuf'tan ama Yusuf reddetmişti.
"Benimkilerinin durumunu biliyorsun Yusuf, umarım aptal mezarlarından kalkıp başkalarına daha zarar vermezler." Ahmet sırıttı. "Çok üzgünüm Ahmet, trafik kazası mıydı?" diye pot kırmaktan korkarak sordu Yusuf.
"Evet, ikisi de alkollüydü ve hak ettiklerine kavuştular!" Ahmet biraz sesini yükseltmişti, bu Deniz'in homurdanmasına yol açmıştı. Hemen önlerinde uyuyakalmıştı, geriye kalan 22 kişi de oldukları yerde yığılıp uyuyakalmışlardı.
"Şu Deniz iyi çocuk, tanıştığıma memnunum. Ama eğer hayatta kalacaksak diğerlerini de tanımamız gerek." diye devam etti Ahmet. "Hayatta kalmak mı! Gerçekten buna inanıyor musun Ahmet? Şu an o yaratıklardan birini görsem kıpırdayamam, herhalde." dedi Yusuf. "Çok karamsarsın dostum, emin ol o Ferit'i nasıl yere serdiysen diğerlerini de yere serersin." Sonra da Yusuf'un omzunu sıktı Ahmet.
*************************
"Yusuf? Yusuf?! Yusuf!" zıplayarak uyandı Yusuf. Karşısında annesini görse her şeyin bir rüya olduğuna sevinecekti ama karşısında Ahmet'i görünce içini korku kapladı. Hiçbir şey rüya değildi.
"Yusuf yardımın lazım, çocuklar inanmıyor ve çıkıp gitmek istiyorlar. Ailelerini bulacaklarmış!" Yusuf yavaşça doğruldu. Yatma pozisyonu yüzünden beli ağrımıştı. Çubuğu sol eline aldı ve ayağa kalktı. Ahmet ile kendisi 8-H'ın önündeydi, diğerleri ise onlara bakıyordu. Kürsüde konuşma yapacakmış gibi heyecanlandı Yusuf.
"Kimler gitmek istiyor?" diye soru yöneltti Yusuf. Salonun yarısı elini kaldırdı ve evet lütfen diye bağırdılar. Yusuf işaret parmağını ağzına götürüp şşşşş dedi. "Yem olmak mı istiyorsunuz? Sessiz olun da yaratıklar buraya..." daha sözünü bitirmeden salonun metal kapısına bir şey çarptı. Kızlardan birkaçı çığlık attılar ve herkes yerinden zıpladı. Bunun üzerine sınıfların içindeki yaratıklar da çığlık atıp kapılara vurmaya başladı.
"Sessiz, sessiz! Bakın hala durumun ciddiyetini anlamadınız mı? Bu maalesef bir kamera şakası falan değil..." Yusuf tüm bunları söylerken Deniz metal kapının orada duruyordu. Yanına sessizce bir kız yaklaştı, ve Deniz'e yavaşça "Hey Deniz! Sana göstermem gereken bir şey var." dedi. Deniz irkildi ve hemen (3 yıl dövüş eğitimi almıştı) saldırı pozisyonuna geçti. Ama gelenin yaratık değil de onların sınıftan Ece olduğunu görünce rahatladı.
"Ne var Ece, Yusuf'u dinlemeye..." ama gördüğü şey ile şok oldu. Ece okul kıyafeti üstüne sweatshirt giymişti, sweatshirt'ün kolunu sıyırdı ve Deniz'e kolundaki yırtık deriyi gösterdi. Altıgen şeklinde derisi yırtılmıştı ama çok derin değildi. Yara iltihaplanmaya başlamıştı.
Deniz bir adım geriledi. "Lütfen kimseye söyleme Deniz, bak bizim sınıftan sadece ikimiz kaldığı için sana güvendim." sesi titriyordu, Deniz'e sarıldı ve ağlayarak: "Deniz öleceğim!" dedi. Deniz ise ahlaki bir ikilemde kaldı; Ece'yi düşünüp söylemeyecek miydi, herkesi tehlikeye atmayıp Ece'yi hayal kırıklığına mı uğratacaktı?
"...Bu maalesef bir kamera şakası falan değil. En ufak hareketimiz hepimizin ölümüyle sonuçlanabilir. Bir plan yapmalıyız, hayatta kalacağız!" dedi Yusuf ve arkada sarılan ikiliyi gördü. Ahmet Yusuf'a eğildi: "Sonunda dediğime geldin ha? Ağzında baya iyi laf yapıyormuş." Yusuf ise aksini düşünüyordu, hala on metreden bir yaratık görseler donup kalacak kıvamdaydılar.
"Açız o ne olacak?" dedi saçlarını kirpi gibi havaya dikmiş olan bir erkek çocuğu. Üstünde bir gram kan yoktu. O ana dek durum yüzünden açlık aklına gelmemişti Yusuf'un, dudakları kurudu ve midesine sancı saplandı. Kirpi kafa devam etti: "Senin sopan var, sınıfları temizleyemez misin? Atıştırmalıklarla idare ederiz." Yusuf bu fikri beğenmişti ama içinde garip bir his doğdu, bu çocuk nasıl hala aklını kullanabiliyordu?
"Adın ne senin?" diye sordu Yusuf. "Can. Sen de Yusuf, bunlar olmadan önce tanışmıştık." Ama Yusuf hatırlamıyordu. Yine de bozuntuya vermedi. "Nasıl bu kadar soğukkanlı ve mantıklı düşünüyorsun?" diye sordu Can'a. "Doğuştan." dedi.
"O zaman ben de mantıklı bir fikir söyleyeyim: Benle beraber bir iki kişi daha kapıyı tutacağız, hafifçe açacağız ve bir tane -hadi Yusuf'un hatırına yaratık deyim- yaratık dışarı çıkacak ve kapıyı kapatacağız, dışarıdakini Yusuf halledecek. Nasıl?" diye lafa karıştı Ahmet.
"Ben öldüremem Ahmet." diyerek itiraz etti Yusuf. Ferit'i bile istemeden indirmişti. Ahmet elini kaldırdı ve Yusuf'a hokkalı bir tokat geçirdi. Yusuf daha ne olduğunu anlamadan "Şimdi öldürürsün!" dedi Ahmet. Sonra diğerlerine döndü: "Söyleyin bakalım kim gönüllü kapıyı tutmaya?" Deniz ve Can direkt öne atıldılar. "İyi o zaman, hazırlanın." dedi Ahmet ve arkasını dönüp 8-H'ın kapı kolunu tuttu. Diğerleri tam tersi yönde gerilerken Ahmet'in yanına Can ve Deniz geldi. Yusuf sertçe metal çubuğu kavradı, tokat işe yaramıştı. Bunu anne ve babası için yapacaktı.
Ahmet kolu indirdi ve yavaşça kapıyı araladı. İçerideki yaratıklar kudurmuş köpek gibi kapıya koştular. İlki aralıktan fırladı, bu Hüseyin'di. Diş etlerini göstererek Yusuf'a doğru koşuyordu. Dişlerinin arasında yediği Onur hocanın kalbinin parçaları ve damarlar Yusuf'un dikkatini çekmişti.
Yusuf soldan sağa doğru metal çubuğu Hüseyin'in kafasına savurdu. (Bu arada söyleyeyim Yusuf'un sağında duvar var) Metal çubuk Hüseyin'in kafatasını parçaladı ve parçalar beyne saplandı. Bazıları o kadar hızlı girdi ki beyinden parça koparttılar. Hemen sonrasında metal çubuk durmadığı için ilerledi ve beyini parçalayarak kafatasının açık bölgesinden parçalarının fırlamasına sebep oldu.
İlk vuruşun şiddetini fazla kaçırdı Yusuf ve çubuk Hüseyin'in kafasında kaldı. Ayağını ölmüş Hüseyin'in göğsüne dayayıp çubuğu çekti. Kemiğe sürttüğü için kötü bir ses çıktı ve bir kız grubun arasında öğürmeye başladı. Neyse ki midesi boş olduğundan kusamadı. Yusuf metal çubuğu çıkardığı gibi çubuğa yapışmış bir beyin parçası kayıp Hüseyin'in gözünün üstüne düştü.
Ahmet çığlığı bastı ve kapıyı tam kapatamadan bir yaratık kafasını aralıktan çıkardı. Ahmet kapıyı hafif açtı ve yumruğunu yaratığın yüzüne geçirip yaratığı içeri geri yolladı. Deniz ve Can ise kusmamak için zor duruyorlardı. Sınıftaki koku pek yardım etmiyordu.
Nisa yavaşça en köşede arkası dönük oturan ve hızlı hızlı nefes alan Ece'nin yanına gitti. "Ece iyi misin? Baya da terlemişsin!" dedi. Ece ise arkasını dönmeden evet anlamında kafasını salladı. O sırada Yusuflar diğer yaratıkları öldürmeye devam ediyordu. Gruptaki hiç kimse olanlara bakmıyor ve birbirleriyle sohbet edip kafalarını dağıtmaya çalışıyorlardı. Öğüren kız sakinleşmişti.
"Ece ateşin mi var?" diye sordu Nisa endişeyle. Ece sessizce "Hayır." dedi. Nisa ise omuz silkip oradan uzaklaştı. Ece yutkundu ve çıkan ateşini unutmaya çalıştı. Sanki kafasının içinde beyni şişiyor ve kafatasını zorluyordu.
Yaklaşık 45 dakika sonra son yaratık da metal çubuğu tatmıştı. Yusuf'un önünde kafası dağılmış cesetler, etrafta beyin parçaları ve kan göletleri, duvara yapışan parçalar... Can sonunda dayanamadı ve ceset yığınının üstüne mide asidini çıkardı. Kokuya bir de sıcak kusmuk kokusu karışmıştı. Diğerleri olabildiğince uzak durmaya çalışıyordu. Sonunda Ahmet cesaret etti ve Yusuf'u kolundan tutup sınıfa soktu. Etraf kan ve organ parçalarıyla doluydu. Bir de yerde biçimi bozulmuş cesetler vardı. Dışarıda yatan yaratıkların eseriydi.
Birden kısık bir hırlama sesi geldi ve ikisi de irkildi. Sonra sesin yerde yatan Onur hocaya ait olduğunu anladılar. Onur hocada deri kalmamıştı, bacakları aç kişiler tarafından kemik kalana kadar yenmişti, sağ kolu eksikti, yüzünde tek bir insana ait öge kalmamıştı; sadece et yığını idi.
Ahmet metal çubuğu Yusuf'tan kaptığı gibi Onur hocayı susturdu. Deniz de cesaret edip gelmişti ve Yusuf gibi donup kalmıştı. Ahmet kanlı çubuğu yere attı ve sırt çantalarını birer birer Yusuflara attı. Sırt çantaları bitince Yusufları alıp sınıftan çıktı ve sınıfın kapısını kapattı. Bir daha açılmayacağını umuyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Günler (YAZILIYOR)
Ciencia FicciónSerinin 1. Kitabıdır diğerleri yolda! Bilinmeyen bir virüsün kasıp kavurduğu bir dünyada bir avuç çocuk ne kadar hayatta kalabilir ki? Düşündüğünden fazla... (Ölü Günler adıyla yazılan ilk kitap) (Bu kurgu 2022 yılında yazılmaya başlamıştır) 15...