Yol, Her türden araçla kapanmıştı. Sağ ve solunda çayırlık vardı; yol çayırlıkları ayıran bir tümseğe kurulmuştu. Kenarlarında korumalık yoktu. Sol çayırlığın sonunda fabrikalar, sağ çayırlığın sonunda orman vardı. Arabaların arasından yürünebilirdi fakat birbirlerine sıfır oldukları yerler de vardı.
Ayşe çocuklara "İki dakika bekleyin, geleceğim." dedi ve kapıyı açıp dışarı çıktı. Dışarısı soğuktu, Güneş daha yeni doğmuştu. Fabrika tarafında iki siluet gördü, orman tarafı temizdi. Ambulansın arkasına geçti ve kapıları açtı. Çocuklar kutuların arasında ayakta dikiliyordu.
"Kutuların arasında çantalar var, alabildiğiniz kadar yiyecek, içecek ve mermiyi alın - Şövalye senin içinde tabanca var." dedi Ayşe ve tabancasını kılıfından çıkardı.
"Mermi?" dedi Melis şaşkınca.
"Evet, salgın başladığında bir karakolu yağmalamıştık." Çocuklar olabildiğince yiyecek ve içecekle doldurmuştu. Yola çıktılar ve ambulansı kaderine bıraktılar. Çocuklar şarjörlerini bellerine sıkıştırmışlardı. Şövalyenin tabancası da güzel bir altıpatlardı. Araçların arasından hızlı ama temkinli ilerliyorlardı.
Melis şimdiden çok rahatsız olmuştu. Aileler arabaların içinde dönüşmüştü. Dönüşmeyenleri de dönüşenler halletmişti. Kafası önde arkasında bulunduğu Yusuf'un ayaklarına bakarak ilerliyordu. Yusuf da yere bakıyordu çünkü arabaların içindeki çürüyen ve parçalanmış cesetler onun midesini bulandırırdı. Vedat ile Şövalye ise her arabanın içini inceliyorlardı. Ayşe dümdüz yoluna bakıyordu. Aslında çok üzülüyordu; çocuk yaratıkları gördükçe, önlerindeki ömrün mahvolduğunu düşününce....
Her arabanın yanından geçtikçe içindeki yaratıklar cama yapışıp tırmalıyorlardı. Grup o gün sadece eski ve boş bir at nakil aracıyla beyaz bir Doblo'nun arasında mola verdiler. Aslında çocuklar çayırlıktan gitmek istiyordu ama Ayşe kolay av oluruz deyip geçiştiriyordu. Maalesef 1,5 kilometre ilerleyebilmişlerdi.
"Ayşe abla ne paranoyakmışsın be!" diye sessizliği deldi Şövalye arkası dönük bir şekilde. Çünkü yüzünün görünmesini istemiyordu.
"Ne yaşadığını bilemezsin Şövalye bozuntusu!" dedi Vedat.
"Aman sen çok biliyo'n!" dedi ve sustu Şövalye. Vedat iç geçirdi. Bir türlü ısınamamıştı ona. Molada tek konuşma bu olmuştu. Arada Melis ile Yusuf fısıldaşıyorlardı. Ayşe sessizce getirdikleri krakerlerden yiyordu, konserveleri ise çocuklar.
Kokularının yayılmasından korkuyorlardı. O yüzden 15 dakika dinlenip tekrar ayaklandılar. O sırada arkalarında bir hırıltı geldi. Arkalarını döndüler ve yırtık yeşil kazağıyla bir adam yavaşça onlara doğru geliyordu. Vedat ileri atıldı ve bıçağını çekip hızlıca kafasına sapladı-çıkardı. Sonra Melislerin yanına döndü ama grup şaşkındı. Vedat arkasına döndü ve o da şaşırdı.
Yaratık ölmemiş ve hala onlara doğru ilerliyordu.
Vedat bağırdı ve silahını çıkarıp kafasına iki el sıktı. Yaratık biraz geriledi fakat yıkılmadı. Vedat hedef değiştirdi ve göğsüne sıktı. Yaratık titredi ve yere yığıldı. Şövalye hiddetle:
"Kahrolası manyaklar şimdide göğüsten mi ölüyor!!" Melis derin bir nefes aldı, Vedat bir şeyler mırıldandıktan sonra:
"Virüs mutasyon geçirmiş olmalı, Ayşe abla bu durumda bir araba alıp çayırdan hızla geçmeliyiz." Ayşe itiraz etmeden Doblo'ya döndü ve sürücü camını kırdı. Ne yapacağını tahmin eden Melis kafasını başka yere çevirdi. İlk yaratığın sesi kesildi. Beş dakika sonra arabanın içindeki dört yaratık (iki yetişkin iki çocuk) artık onları rahatsız edemezdi. Arabanın önüne Ayşe ve Şövalye; arkasına Melis, Yusuf ve Vedat oturmuştu. Bagaja ise çantaları atmışlardı.
Araba yavaşça ormanlık tarafındaki çayırlığa girdi. Şanslarına hala benzin vardı arabada. Araba yeterince hızlıydı, Güneş battığında baya bir yol gitmiş olacaklardı.
Melis kafasını cama yaslamış hayatını gözden geçiriyordu. Vedat ve Cemal ile ilk tanıştıkları anı hatırlayıp gülümsüyor, kardeşiyle oynadıkları oyunları hatırlayıp hüzünleniyor, babasının kardeşinin karnına dişlerini geçirme anını düşününce yanağından bir damla yaş süzülüyordu. Hayatı mahvolmuştu, yaydan çıkan ok gibi ne olacağı belli değildi. Ve gece ikiden beri ayaktaydı, hafifçe gözlerini kapadı.
Bir anda binlerce minik cam parçası yüzüne çarptı. Kulakları yırtarcasına silah sesleri geliyordu. Yusuf üstüne eğilmiş onu koruyordu. Ağzından kan sızıyordu. Etraf silahlar yüzünden aydınlanıyordu. Ön cam patlamıştı, kafasının üzerinden sürekli mermiler vızıldayarak geçiyordu. Kıvılcımlar her yerdeydi. Hava kararmıştı. Vedat ve Şövalye camdan dışarı ateş edip eğiliyorlardı.
"N'oluyo burada Yusuf!" diye bağırdı Melis sesini duyurmak için.
"Saldırı altındayız! Dikkat e..." Melis onun tarafındaki kapının açıldığını duymuştu ama çok geçti. Son gördüğü şey Vedat'ın küfür ederek silahını doğrulttuğuydu. (Bulanık da olsa) gözlerini açtığında bir sürü ağaç görmüştü. Kafasını çevirdi. Çatlayacak gibi ağrıyordu kafası. Vedat'ı gördü: Elleri bağlıydı, bu bağlardan tutarak tam seçemediği bir adam onu sürüklüyordu, omzunda kanlı bir bez bağlıydı. Kendisinin de sürüklendiğini fark etti. Debelenmek istedi ama enerjisi yoktu. Sonra tekrar gözleri kapandı.
"Kalk hadi uyuşuk!" Aniden sıçradı Melis adamın bağırmasıyla. Adam koyu mavi bir takım elbise giyiyordu; düzgün taranmış saçları, sert hatlara sahip bir yüzü vardı. Elleri arkasında bağlıydı ve Melis'in önünde dikiliyordu. Neden sonra fark etti Melis: Tahta bir sandalyeye bağlıydı, kare ve çıplak betondan oluşan bir odadaydı, oda bir floresanla aydınlatılmıştı. Adamın hemen arkasında kapalı metal bir kapı vardı. Melis halsizdi ve kafası ağrıyordu.
"Cevap versene!" yine irkildi Melis.
"N-Neler oluyor?" sesi bir fısıltı gibi çıkmıştı.
"Doğu Borular'dasın küçük fare! Gerçi sen daha iyi bilirsin buraları değil mi? Seni Ceylin malı gönderdi, biliyorum."
"Neden bahsettiğinizi bilmiyor-" Adam Melis'e tokadı geçirdi.
"NEDEN BAHSETTİĞİMİ GAYET DE BİLİYORSUN FARE!" Adam biraz soluklandı, "Bak itiraf et, o zaman daha acısız bir ölümün olur." Melis'in yüreği ağzına geldi:
"N-Ne?"
"İtiraf et ki doğru bir misilleme yaparız ya da senin gitmene izin veririz ama bize önemli bilgileri verirsin, tamam mı?"
"Bayım, neden bahsettiğinizi bilmiyorum-" tokadı bekledi ama gelmedi, "Yani sizin istediğiniz kişi değilim. Ben sadece güneyden gelen bir gezgin grubundayım." Adam iç geçirdi;
"Tamam, sen daha çocuksun. Sana işkence edemeyiz ama dua et ki arkadaşların da aynısını desin yoksa..." Adam işaret parmağını boynuna sürttü. Sonra metal kapıdan çıktı ve kapıyı arkasından kilitledi. Melis'in başı dönmeye başladı, Ayşe haklıydı. Acaba şu an nerelerdeydiler?
Ne kadar süre orada bekledi bilmiyordu. Uyukluyordu çünkü. Bir süre sonra bir kadın içeri girdi. Melis ona bakmadı bile. Kadın pek kibar olmayan bir şekilde onu çözdü ve gözünü bağladı. Yürüdüler, yürüdüler... En sonunda gözleri açıldı ve arkasından kapı kapandı. Önünde diğerleri vardı, yerde yatıyorlardı. Onların durumu da pek iyi değildi. Aynı Melis'in sorguya çekildiği yer gibiydi burası.
"Demek hala yaşıyorsun, öldün diye ödüm koptu." dedi Vedat. Yusuf ayağa kalktı:
"Olanlar hakkında bir fikriniz var mı?" Fakat kimse ses çıkarmadı....
![](https://img.wattpad.com/cover/320872521-288-k92145.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Günler (YAZILIYOR)
Ficção CientíficaSerinin 1. Kitabıdır diğerleri yolda! Bilinmeyen bir virüsün kasıp kavurduğu bir dünyada bir avuç çocuk ne kadar hayatta kalabilir ki? Düşündüğünden fazla... (Ölü Günler adıyla yazılan ilk kitap) (Bu kurgu 2022 yılında yazılmaya başlamıştır) 15...