Anılar

27 4 38
                                    

5 yaşında, elleri kanlar içinde, saçlarında bir tutam mavilik olan kız çocuğu (istemeden) öldürdüğü kertenkelenin başında diz çökmüş ağlıyordu. Annesinin erken hamilelik döneminde zorunlu röntgen çektirmesi sonucu genetik bir hastalıktı mavi tutam. Babası koşarak yanına geldi:

"Melis kızım n'oldu?"

"B-baba (burun çekme) istemeden Bay Kertenkele'yi öldür-öldürdüm!" Babası Melis'i kucağına aldı ve başını okşadı... Melis gözlerini rutubet kokan o kare şeklinde olan odaya açtı. Yusuf yanında duvara yaslanmış uyuyordu; Ayşe ve Vedat sohbet ediyor, Şövalye uzanmış mırıldanıyordu. Metal kapı her zamankinden daha soğuk ve siyah görünüyordu.

Rüyası aklına geldi. O hayatındaki en pişman olduğu anısıydı. Yusuf'un yanına oturdu ve gözlerini kapattı. Tekrar uyumak istiyordu ama bu kokuda zordu: ilkokulunun tuvaleti gibi kokuyordu. Neydi okulun adı? Hatırlayamıyordu. İç geçirdi. Tabii ki İsmet İnönü İlkokulu idi. 

O zamanlar Manisa'da yaşıyorlardı. Kardeşi de orada doğdu. Onu düşündü ve hüzünlü bir gülümseme yüzünü kapladı. Kardeşi hayatında tanıdığı en iyi kişiydi. Annesi Sude ve babası Mert de tabii ki. Annesi kardeşinin öldüğü gün arkadaşına çay içmeye gidecekti. Acaba kurtulmuş muydu? Nedense bunu hiçbir zaman bilemeyecekmiş gibi geliyordu o an. Vedat ve Cemal ile tanıştıkları gün geldi aklına. Babaları zaten arkadaştılar. Aslında Cemal'in öldüğüne üzülüyordu. Sonuçta kaç yıllık arkadaşıydı. Ama Vedat, onda yeri ayrıydı. 

Vedat Melis'e her zaman abilik yapmış, koruyup kollamıştı. "Yaşından büyük" diye düşünürdü o zamanlar. Gerçi düşüncesi çok değişmemişti. Manisa'dan ortaokula geçerken ayrılmışlardı, babası açığa mı ne alınmıştı. Sonrasında burada göreve başladı. Asla neden açığa alındığını bilemeyecekti...

Şu an yanında bir kitap olsa ondan mutlusu olmazdı. Burayı biraz daha çekilir kılardı. Kitap okumayı çok severdi, bu çılgınlıkta vakit -doğal olarak- bulamıyordu. Yanında okunacak kitabı da yoktu, o ayrı dertti. 

Vedat ise kafasında dönen binlerce düşünce arasından Frederick'in nerede kaldığını merak ediyor ve kardeşi ile Sinem'i özlüyordu. Kaç yıldır buradaydı, 16? Ya da daha fazla? Frederick'i bir eline geçirse.... Ama bunun kardeşini geri getirmeyeceğini ya da Sinem'i görmesini sağlamayacağını biliyordu. O gün, o karanlık gün... Kardeşinin cesedinin tırın altında kalması, kemiklerinin çıtırtısı ve yırtılan deriden fırlayan iç organlar.... Topu yola kaçmasıydı kardeşi 5 yaşında ölmeyecekti ama Frederick yüzünden bu anı tekrar yaşamıştı. Melis ve Yusuf'un ölümüne sebep olmuştu, şimdi geçmiş hallerini kurtarırsa Frederick onu rahat bırakacaktı. 

Kesinlikle Doktor Frederick ondan bir şey dilemesini isteyecek, o da 8 yaşında ölümünü gördüğü kardeşini Yazılımcı'nın geri getirmesini, en azından mükemmel bir kopyasını yapmasını isteyecekti. Kendisi aslında işsiz bir mühendisti, muhteşem bir cihaz yaptı ve boyut değiştirmeyi buldu, ama bunun için hangi organizmayı göndermek istiyorsan onun DNA'sına ihtiyacın vardı. Ve sadece boş dağların olduğu bir boyuta gidiyordu. Bunu Amerikan ve Türklerin bulunduğu konseye sundu, Frederick bunu gördü ve her şey hızlıca gelişti.  Sinem'i, canından çok sevdiği eşini, kaçırdı ve zorla cihazı istedi. 

Belki de Sinem'i çok sevmesinin sebebi annesi ve babasının kardeşi yeni doğmuşken Vedat'ı terk etmesiydi. Yurtta büyüdü Vedat ile kardeşi Mustafa. Asla anne-baba sevgisini tatmamıştı. 

Şövalye ise kendi kendine şarkı mırıldanıyordu. O da Frederick'i tanıyordu, elbette Vedat'ı da. Ama çok anlaşamıyorlardı. Nedeni ise Vedat ile tartışmaları. Biyolojik yazılımcıydı Vedat ile kendisinin geldiği evrende. Ve Vedat kesinlikle ondan daha bilgiliydi, bu evrende. Kardeşini geri getirmesini istemişti ama bunu yapamayacağını söyledi. O gece Vedat evini kundaklamıştı, o da Frederick'in yanında kalıyordu. 

Yusuf ise korkunç rüyasından uyandığında ses etmedi, açlık ve susuzluk konuşmasına engel oluyordu. Babası bir şirkette yöneticiydi. Annesi ise ev hanımı. Kendisi doğma büyüme buralıydı, ilkokul ortaokul burada okumuştu. En iyi arkadaşı Ahmet'ti, ölümü Yusuf'u içten içe yiyordu. Tek çocuktu, kardeşi olmasını istememişti. Bu odada duvara yaslanmış uyuklarken tüm varlığının bu odada olduğunu fark etti: kendisi, Vedat ve Melis. Artık tüm varlığı buydu. Eski dünyası geride kalmıştı. Eskiden çok arkadaşı vardı. Şimdi ise onu kucaklayan ve ölen günler.

Ayşe, Vedat ile sohbetini bitirmişti. Hiçbir şey düşünmüyordu.  Pilottu eskiden. Evli değildi, annesi ve babası vefat etmişti. Kimsesi yoktu, Melis ise onun için önemliydi. Nedense kendine onu çok yakın hissediyordu.

Ve metal kapı açıldı; içeri uzun boylu bukle bukle saçları olan esmer bir kadın girdi.

"Üzgünüm efendim, sizi Batı Borular'ın başındaki can düşmanımız Ceylin'in gönderdiğini sandık. İzin verin sizi Doğu Borular'da ufak bir gezintiye çıkarayım ki bizi affedebilesiniz." Sonra arkasını döndü ve metal kapıyı kapattı:

"Dinleyin, bu gece ölmek istemiyorsanız benimle Batı Borular'a kaçacaksınız"....

Uzun bir ara, biliyorum. Ve bölümün hikaye kısmı 666 kelime! Umarım güzel ve gizemli bir bölüm olmuştur. Sınavım olmasa emin olun Boru Savaşları bitmişti bile. Ama n'apacaksın! Vedat hakkında şimdi ne düşünüyorsunuz, düşünceleriniz benim için önemli. Normalden daha fazla bilgi verdim. Şimdilik bu kadar, ısırılmadan kalın!!

:D

Ölü Günler (YAZILIYOR) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin