3. Bölüm

685 153 22
                                    

-Ağustos 2013-

      İzmir'di yaz. Güneşin mevsimiydi. Gökyüzünün, en önemlisi denizin mevsimiydi. Benim mevsimimdi. Muttluluğumun kaynağıydı güneş huzurumdu deniz... Dalgaları sessizliğimin sesi...

      İzmir'di benim yalnızlığım. Issız sokakları tek arkadaşım...

      İzmir'dim ben. Ne kadar inkar etsem de...

      Yalnızlık bazen iyidir. İnsanı düşünceleri ile baş başa bırakır. Hani bir insan sinirlenince içinden 10'a kadar sayar ya. Aslında o düşünme süresidir. Karşındaki insana ne kadar öfkeli olursan ol, o 10 saniye, seni o an için güçlü kılar.

      En sağlıklı düşündüğümüz zamanlardır aslında yalnız olduğumuz zamanlar. Benim için de öyle olmadı mı? Asu bana ne kadar kızmış olursa olsun. Ben onun arkasından hiçbir zaman kötü bir şekilde konuşmadım. Kötü yargılamak istemiyorum. Her insanın kendince sebepleri vardır.

      Şimdi ben bunları birine anlatsam eminim ki karşımdaki kişi 'Yine Polyannacılık oynuyorsun İdil!' derdi. Tamam. Belki bazı şeyleri fazla sakin karşılıyor olabilirim. Ama kötü düşünmek beni güçsüz bırakıyor.

      Ben şimdi Asu'ya olan kızgınlığımı biriktirip düşündüklerimi başkalarıyla paylaşsaydım ona olan kızgınlığım daha da büyüyecekti. Ona karşı olan kardeş sevgim arkadaş sevgisine dönüşmüştü zaten. Ama belki o da kalmayacaktı artık. Bazen sırf bu yüzden yalnız kalmayı istiyorum. Belki biraz komik gelebilir ama galiba ben yalnızlığı seviyorum.

      Urla'ya doğru yol alırken, düşüncelerimi bir kenara iten radyonun ani sesi oldu. Radyoda 'Angara Havası' çaladursun; bizim taksici amca da göbeğini karşısına almış çiftetelli oynuyordu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Baktım, bu adam baya kaptırmış kendini. Ben de dayanamayıp oynamaya başladım. Taksici amca benim de oynadığımı anlamış olacak ki bir saniyeliğine bana bakıp kahkahayı basıverdi. Ben de zaten artık zar zor tutuyordum kahkahamı. O böyle gülünce ben de içimden 'Koyver gitsin, İdil!' dedim ve küçük bir kahkaha attım. Sonra devam ettik beraber oynamaya. Zaten yol boyu da böyle geçti.

      Taksiden inmeden önce taksici amcaya parayı uzatıp dışarı çıktım. Tam kapıyı örteceğim sırada aklıma gelen fikirle durdum. Taksinin içine doğru kafamı uzatıp taksici amcaya "Şey... Amca, bir fotoğraf çekinebilir miyiz?" diye sordum. Adam yine kahkaha attı.

      "Evladım, sen beni bir artiste benzettin herhalde." dedi kocaman gülümsemesiyle, 50 yaşlarında olduğunu düşündüğüm amca. Elimle geçiştirir gibi yapıp "Yok amca. Ben böyleyim. Her gördüğümün fotoğrafını çekiyorum." dedim tam öyle olmasa da.

      "Tamam, tamam." dedi ve kapısını açıp koşar adımlarla yanıma geldi. Fotoğraf çekindikten sonra yine kahkaha atarak arabasına bindi. Bu adam ne kadar da çok gülüyordu böyle.

      Taksi gözden kaybolana kadar arkasından baktım. Tabi pişmiş kelle gibi sırıttığımı o an farkettim. Hemen kendimi toparladıktan sonra arkamı dönüp Asyaların apartmanına doğru koşmaya başladım. Apartmana girer girmez asansörün düğmesine hızlı hızlı basmaya başladım. Sanki daha çabuk gelecekmiş gibi... Dayanamadım ve merdivenleri koşarak ikişer ikişer çıktım. Asansöre olan işkencem işe yaramayınca şansımı zilden yana kullandım. Parmağımı zilde basılı tutarak beklemeye başladım. Birden kapı açıldı. Karşımda Asya'yı görünce, birbirimize bakıp, ikimiz de apartmanı ayağa kaldıracak şekilde büyük bir çığlık attık. Tamam ben heyecandan çığlık atıyordum da Asya neden bu kadar gergin bir şekilde atıyordu. Ona garip bir ifadeyle baktım.

Gülümse Çekiyorum! Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin