1. BÖLÜM

9 2 0
                                    

BREZİLYA

Ahşap orta sehpanın üzerindeki siyah televizyon kumandasını alıp gri üçlü koltuğuma oturdum. Kahverengi, dışı deri duruşlu terliklerimi çıkartıp ayaklarımı orta sehpanın üzerine uzattım. Oturduğum yere iyice sindikten sonra çeken bir kanal bulmak umuduyla tek tek kanalları gezmeye başladım. Dışarıdaki şiddetli fırtına her şeyi alabora ediyordu. Ağaçlar fırtınanın etkisiyle teker teker devrilmişti. Bu fırtınayı dışarıda karşılayan insanların sağ kalması için bir mucize gerekiyor gibiydi. Yaz ayında çıkması pek muhtemel olmayan bu fırtına sokaktaki insanları şoka uğratmış olmalıydı. Bir saat önce etrafı yakıp kavuran güneşten eser kalmamıştı. Beş dakika içinde her yer birbirine girmişti. Kara bulutlar gökyüzünü bir örtü misali kaplamış; şimşekler, yağmur, rüzgâr derken dışarıda göz gözü görmeyecek bir ortam oluşmuştu. Karıncalı ekran dışında bir şey bulamayınca televizyonu kapatıp koltuğun üzerinde duran hardal sarısı battaniyeye uzandım. Koltukta yatar pozisyona gelip üstümü örttükten sonra gözlerimi kapatıp dışarıdaki sesler eşliğinde uykuya dalmaya çalıştım...

FLORİDA

Güneş insanların her zerresine kadar ulaşıp ben buradayım dercesine vücutlarına kendinden bir parça hediye ederek hoş bir bronzlaşma bırakıyordu. Sahile olan uzaklığımıza bakınca biraz daha geç kalsak kapamayacağımız beyaz, ortasına hasır şemsiye dikilmiş şezlonglardan güneşi en naif şekilde selamlayan şezlonga uzanmıştım.
"Hey!Bar bölümünde ki çocuğu gördün mü?"
"Hayır, görmeli miyim?"
"Kesinlikle görmelisin. Hala görmemiş olman çok şey kaçırdığına işaret. O koca poponu kaldırıp etrafına bakmalısın!"
"Hadi ama yine başlama! Buraya güneşlenip denizin tadını çıkartmaya geldik. Gönül işleri bekleyebilir."
Hasır şemsiyenin önünde bulunan ne çok küçük ne çok büyük masaya konulmuş sarı ve turuncu geçişlerine sahip kokteyllerden birini alıp yudumladım. Yattığım yerde doğrulup güneş sebebiyle etrafa parıltı saçan denizi izlemeye başladım. Bir süre daha denize baktıktan sonra kafamı eğip bardaktaki pipet yardımıyla kokteyli karıştırmaya başladım.
"Hey! Benim gördüğümü sen de görüyor musun?"
"Neyi?"
Kafamı bardağımdan kaldırmış etrafa bakıyordum. Etrafı daha dikkatli inceleyince insanların telaşlı bir şekilde kıyıya doğru yüzdüğünü ve koştuğunu fark ettim. Bu telaşın sebebi ilk başta çok göze çarpmasa da birkaç saniye içinde kendini belli eder seviyeye ulaşmıştı. Birden elimdeki bardağı yere fırlatıp ayağa kalktım. Telefon, cüzdan gibi eşyaların bulunduğu sırt çantamı yerden aldım.
"Kalk ve koş!"
"Ne?!"
"Ciddi olamazsın, terliklerini bırak ve koş! Sadece koş!"

MISIR

Toprakla iç içe olmak, derinlerinde saklı sırları aramak, üstleri örtülmüş hayatlara dahil olmak her zaman hoşuma gitmiştir. Ben; bahçesi meyve ağaçlarıyla bezenmiş, bir kısmı sebzeler ile süslenmiş, çitleri çiçeklerle boyanmış, pembe olamayacak kadar beyaz ama beyaz olmaktan da bir o kadar uzak olan, koyu yeşil çatılı, iki katlı bir evde büyüdüm. Bahçenin bana ayrılan kısmında küçük bir kum havuzu vardı ya da diğer bir değişle benim küçük dünyam... Çevremdeki insanlar genel olarak beni dışlarlardı. "Bizim eğlence anlayışımıza uygun değilsin." başlıklı birçok konuşma sonucu yalnız başıma eğlenmeyi öğrenmiştim. Bu süreçte en yakın arkadaşım; fıstık yeşili kovam ve turuncu kazma, küreğim olmuştu. Yaşıtlarımın aksine bu oyuncaklarla pastalar, kaleler yerine kazı yapıyordum. Evdeki eşyalar kaybolduğunda kesinlikle sorumlusu ben oluyordum çünkü ilgimi çeken ne kadar küçük eşya varsa kum havuzuna gömüyordum. Tabi artık kayıp eşyaların sorumlusu olamayacak kadar uzakta kocaman bir kum yığınının ortasındaydım. Kazı setimi toplayıp olduğum yerde ayağa kalktım ve herkesin toplandığı dinlenme alanına doğru yürüdüm.
"Bir şeyler yemeyecek misin?"
"Hayır,teşekkürler! Ben biraz daha kazı yapacağım."
"Peki."
Gri alüminyum matarama suyumu doldurup krem rengi, çok işlevli kemerimin ceplerinden birine yerleştirdikten sonra kazı alanına doğru ilerledim. Kazıya devam edeceğim yere gelince yere doğru çömelip ekipman çantasını yere koydum. İhtiyacım olan malzemeleri alıp işe koyuldum. Bir yandan şarkı mırıldanıp bir yandan da işimi yapıyordum. Kazıya o kadar kendimi kaptırmıştım ki bana bağırıldığını ancak fark edebilmiştim.
"Hey! Hemen buraya gel!"
Oturduğum yerde ayağa kalkıp üstümü silkeledim. Olduğum yerde arkamı dönüp dinlenme alanında bana bağıranlara baktım. Ne dediklerini anlayamadığımı belirten şekilde el kol hareketleri yaptım. Biri eline telsiz alıp işaret ettiğinde kemerimin cebindeki telsizi çıkartıp açtım.
"Hemen buray- "
Sesin kesilmesi ve bacağıma kumların çarpması ile kafamı yere eğdim. Kumların hareketlendiğini görünce kum fırtınasını haber etmeye çalıştıklarını anlamıştım fakat biraz geç kalmıştım. Etraf sisle kaplanmış olduğu için yapılacak en mantıklı şeyin olduğum yerde kalmak olduğunu düşündüm. Yere çöküp dizlerimi kendime çektim. Boynumda takılı olan fuları,ağzımı ve burnumu kapatacak şekilde bağlayıp kollarımı dizlerime sardım. Ekipman çantasını da elime alıp kafamı dizlerim ve göğüsüm arasında kalan boşluğa yerleştirdim.

AVUSTRALYA

"Bu su hiçbir şeye yetmez! İtfaiyeyi aradınız mı?!"
"Şurada yanan bir ev daha var!"
"Yerime geç!"
Olduğum yerden inip koşarak gösterilen iki katlı, büyük ihtimal meşe ağacından yapılma çok eski olmayan ama yeni gibi de durmayan her yanı birden alevlerle kaplanacak gibi görünen fakat yavaş yavaş yanmayı tercih eden eve doğru gittim. Evin önünde üstüne battaniye sarılmış, kahverengi saçlarının arasına süsleme yapılmış gibi ince ince aklar düşmüş, mavi gözleri korkudan koyulaşmış, bir yandan kucağındaki tahminen bir yaşına girmek üzere olan bebeğin ağlamasını dindirmeye çalışırken bir yandan da gözleri ile yardım istemek için hızlıca çevreyi tarayan bir kadın vardı. Yangının büyümesinden dolayı olan endişemi kadını korkutmamak için bastırıp sakince sordum.
"İçeride birisi var mı?"
Kadın telaşla başını sallayıp dolmuş gözlerle bana baktı. Ağlamamak için çabaladığı sesinden de belliydi. Sanki bütün duyguları boğazına takılmış gibi boğuk çıkıyordu sesi.
"K- Kı- Kızım! Kızım içeride! Kurtar onu lütfen!"
Hızlıca evin durumuna baktım. Üst katta ki camlardan koyu renkli dumanlar yükseliyordu. Tahminen yangın orada daha büyüktü fakat alt katta büyük bir yangın belirtisi yoktu hatta kapı tarafında hiç ateş yoktu. İçeriye girmeden önce son bir kez hızlıca etrafımı taradım. Şans eseri yerde gördüğüm kumaş parçasını alıp ağzımı ve burnumu örtecek şekilde yüzüme bağlandıktan sonra koşarak içeri girdim.
"Neredesin küçük kız?"
"Buradayım! Lütfen beni buradan çıkartın bayım!"
Ağlamaklı gelen sesi takip ederek küçük kızı; alt katta, en sondaki odanın en ucunda köşeye sinmiş bir şekilde buldum. Alevler gittikçe büyüyordu. Küçük kızı alıp odanın kapısına getirdiğimde arkadan patlayan cam ile kafamı oraya çevirdim. Tam o sırada içeriye doğru gelen su ile buradaki yangının da söndürülmeye çalışıldığını fark ettim. Küçük kızı dışarı çıkarttım.
Dışarıda insanların üstlerine örtmesi için getirilmiş battaniyelerin bir kısmını alıp tekrardan içeriye girdim. Alevlerin dışarıya sıçramadığı odaların kapılarını kapatıp altlarına battaniyeleri yerleştirdim.

~Varisler~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin