Hazır, âlem gün görüyorken başlıyor bu halsiz iştahı.
Nedir bu sisli sarı bulutlar?
Çizilen üçgen güneş gibi bakıveriyor gözlerinin arasından. Kaldıramıyor musun bütün bu illeti, karşına alamadığın puslu çehremden? Bir nedene bağlı geçiyor sanki bu zamane sezgisi.
Bakıp geçilen o anılarda bağırıyor son hissine. Kaybolan bir sebebi de yok olup kararmış. Kaçan bir tren, atmış misinasını oltası elinde. Geç kalınmış bir hayat vardı upuzun kaderinde, yürürken eli titreyerek düşürdüğü. Yaşam, yaşam istemiyor kalkmak için bu uykusuz diyarda. Geç kalınmış bir gençlik, üryan bir bedende kalmış gerçekliği ile hayâsız bir dengi...
Düşleri, dizgin dolu semerler ile varıyor bağrına. Kalk, kalk be adam! Kapılmış üzerine sarmaşıkların o sisli karmaşığı. Başucundan içeri sarkmış o körpe zaman. Duramaz o kara el, hayatını rengine bürümüş avuçlarına. Korkudan beslenirken mabedi, kesildi ruhunun güzelliğine. Kullanılmayan bir harf, alfabesinde saklı gerçeği. Bir önceki tutkusu yerleşiyor bu karanlıkta.
Uzun uzun bürünmüş sahte bozgunluk, ses getiriyor ıssız diyarda. Bir ateş tohumu, yeşermiş ellerinde saklı meşalesi. Acı çehresi kalkıyor yerinden. Kim, kim bu derya? Benim acıma son verecek bir serap mı bu? Sahi, geldi mi o vakit yine enlerinden? Kim bu kara deniz, gözlerimin içinde kaybolup süzülen? Ellerimden tutup huzur doldursa seferime; barışır mıydı bu rüya, bencil olan kabuslarıyla kaybetseydi bahsini?