Beliriverdi artık kaçan hayâsız geceleri, uyuyakaldığı koltuğundan düştü kollarının üstüne.
Kucağındaki gülüşleri topladı yerden, bir bir vuslatından geçerken yalpalandı durduğu yerde.
Küçük bir yavru... Ellerinin arasından kayıyor bu halis tomurcukları, hâllice düşleri sesleniyordu kaybedeceğinden.
Suskunluğu bir aldanış meğer. Bir avuç misali o topak dalgaları, çehresindeki o melul dalışı açıyordu kalbine.
Bir damla yaş bu bakışlar, akıyordu zamanı gelmeden. Zamanını kendisine bırakmışçasına kaderini terk etmeden biraz evvel çırptı kanatlarını, gözlerini aralıyordu huzur içinde.
Sorguladığı gerçekliği ağır geliyordu bu puslu diyarda.
Bir trene atlayıp kaçtığı yeller götürüyordu gerçekliğine; uzanamadığı, dokunamadığı, koklayıp da hislerine alamadığı yalnızlıktı bu duygularını titreten.
Yine kalmıştı bu başa gelen çaresizliği. Dudağının kuraklığı artarken vazgeçti aniden, bu kucağındaki esmerliğe atarken kalbi.
Bu sahi olmayan sahillerdeyken düşleri, yalpalandığı hasretlerine dönerek baktı son kez.
Haykırarak sarf ettiği sözleri, nadiren duyulan bir kalıp kelimeydi sanki sözcüklerinden beliren.
Nahif ve sade bir rötuşla yazılan öyküsünden gelen bir kedermiş yine enlerine bağıran alınyazısı.
Zaman, yine aldığı yere bırakarak ayrıldı asil dokunuşuyla birlikte.
Narin bir bebek gibi tutuyordu artık parmağını.
Bir daha bırakamaz bu anaç yüreğini, hissettiği huzura yaslanarak yaşlanma vakti geliyor artık, geleceğine...
Son kez, belki son kez bak da gör gerçeğini.
Duygularında kaybolan bu yavrucakla var gideceğin yere; kaldıramadığın yükü hafiflet de git varacağın o kuytu asmalara.
Selam söyle benden, gözlerimin içinde beliren bu siyahlığı bırak orada.
Kalsın bu dokunaklı hayallerinden vazgeçiren kara yelleri. Kalsın, kalsın ki uçmasın dökülen sarı yaprakları bu genç bedenden.
Kalsın ki yaşasın bu yaşayamadığı gerçeklikte!