Dakikalardır tek duyulan çatal kaşık sesleriydi sessiz restoranın kuytu masasında. Bu masayı seçmemizin tekdüzelikten farklı yorumlamayan beynimizde özel bir yeri yoktu. Üstelik ahşap sandalyeler, döndükçe daha çok batan şeritli bir şezlongdan daha az acıtmıyordu kesinlikle. Dünyadaki en belirsiz renge bürünmüş duvarda asılı saate bakmadan önce herhangi bir tahminde bulunmamıştım fakat dokuzu çeyrek geçeyi görmek beni beklenmedik bir şekilde huzursuz etmişti.
Çatalı hafifçe buruşmuş ve üzerinde herhangi bir amblemin veya yine bekleyeceklerini söyleyen ya da en ufak bir afiyetler dilemenin bulunmadığı peçeteye yerleştirmeden önce tabağımda kalan son salata tanelerine baktım. Onları yemek için heves etmiyordum. Özellikle karşımda tek bir kelime etmeden huzursuz bir şekilde beni bekleyen birisi varken.
"Nasıl, beğendin mi?"
Şimdi sırıtarak beni izliyordu. Kollarını ceketini daraltacak şekilde önde bağlamıştı ve sıkılmış kaslarında sert olduğu belli bir yoğunluk vardı.
Yemek hakkında yorum yapamayacak kadar açtım. Yani yemek hakkında yapacağım bir yorumun pek doğru karşılanabileceği söylenemezdi. Çünkü açken yenen kötü bir yemek bile, bünyede 'güzel'e karşılık geliyordu."Fena değil."
Tüm bu olanlar bana doğru gelmiyordu. Ona olan sinirim hala geçmemişti ve benden bir şeyler saklıyordu. Soru işaretleri beynimde dolaştıkça huzursuzluğa kapılıyordum. Gözlerimi ondan kaçırdığımda sesli bir kahkaha attı ve uzanıp sağ elimi yakaladı. Anında geri çektim ve o hiç bir şey söylemeden gereksiz bir şekilde ayağa kalkarak yine gereksiz bir şekilde ödeme yapmak için gitti.
Dışarı çıkıp gelmesini beklerken soğuk sokağın birbiri ardına dizili evlerini seyrettim. Arabanın yanına gittiğimdeyse restoranın kapısı aralandı. Siyah arabanın pürüzsüz yüzeyine temas ettiğimde arabanın, soğuk ellerimden üşümüş olabileceğini düşünmeden edemedim. Kesinlikle ellerim soğuk havadan bile soğuktu.
Bora, uzun ve hızlı birkaç adımıyla yanıma yaklaştığında da ellerim arabanın üzerindeydi. Neden açmadığını merak ediyordum. -Şu uzaktan elektronik şeyler boşuna icad edilmemiş olsa gerek?-
Geniş omuzları ve delici bakışlarıyla beni her zaman için seyirci kalınması gereken bir izdihama sürüklese de bu sefer nostaljik bir ferahlığı içimde hissederek tenime değen dudaklarını geri çevirmedim.
Böyle bir zamanda, neden başka şeyler düşündüğümle ilgili hiçbir fikirim yoktu fakat odaklanamıyor, içimi kasıp kavuran ahengine ayak uyduramıyordum. Ve bu hiçbir zaman açıklayamayacağım bir şeydi. Fakat belki de çok kolay bir cevabı vardı.Onu itecek gücü kendimde bulamıyordum. Ellerime dokunup refleks olarak bile gerilemeden, soğukluğu sıcacık ellerine hapsetti. Daha sonra yanaklarına değdirerek buz kesmiş ellerimi bir an olsun ısıttı. Dudaklarıma değen dudakları yanarken, şoför yan koltuğunun kapısındaki sert açma yeri sırtıma baskı yapıyordu. Canımı acıtan bir şeyler vardı. Israrcı kişiliğinin altından süzülen tanıdık ruhla beni kendine bağladığını hissedebiliyordum. Öpücükler küçükleşirken ağzımda tuzlu bir esinti hissettim. Bunu o da hissetmiş olacakki aramıza birkaç santim mesafe koyarak bana baktı. Gözlerimin altını silerken kaşları çatılmıştı ve bunun bir şeyler düşünürken ve düşünülen şeyden bir çıkış bulunamamışken yapılmış bir refleks olduğunu biliyordum.
Ne olduğunu sormadı. Neler düşündüğümü, duygu yoğunluğumun nedenini... Sadece saçlarıma dokundu. Gözlerimi gözlerine diktiğimde cam mavisi gözlerini, soğuk bakışlarını, sert kişiliğini görebiliyordum. Fakat aradığım, belki de sadece bununla karıştırıldığında yeşil elde edilen diğer bir ana renkti... Düşüncelerimi karmaşıklıktan arındırmam mümkün olmadığından bir an önce bulunduğum durumdan kaçmaya çalıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp
Teen FictionBir an güneşle değil, sadece onun gözlerindeki kıvılcımlarla her yerin aydınlanabileceğini düşünmeden edemedim. Baktığı her yeri yakıp kül edebilirdi. Ve ayrılık geldiğinde sönüşünü izlemek, güneşin doğmayacağını bilmek kadar zordu. ...