"Sinan bu evde mi kalacak?"
Bütün bakışlar bana döndü. Gözlerimi tekrar Sinan'a çevirdiğimde dudaklarına zorlukla bir gülümseme yerleştirdi. Bu sefer gerçekten öldüreceğim!
"Kızım bir sıkıntı mı var?"
Dudaklarımı aralayacağım vakit elimde hissettiğim sıcaklıkla duraksadım. Tok sesi kulaklarıma doldu. Aklında ne var senin?!
"Anne, ben işlerim yoğun olduğu için bu evde kalmayacağımı söylemiştim. Sizinle vakit geçirmek için birkaç gün evde olacağımı söylemeye fırsatım olmadı."
Annesi başını salladığında masanın altından elimi bırakmıştı. Gözlerimi ona çevirdiğimde yüzüne gülümseme yerleştirdi.
"Arka bahçede bir hamak var. Hamak sevdiğini söylemiştin. Çayımızı orda içelim."
Ayağa kalkıp bardaklarımızı aldı. "Tatlılarımızı da sen alır mısın?"
İçime kısa nefes çekip ayağa kalktım. Sana gününü göstereceğim!
"İzninizle." dedi babasına dönerek. Masada sessizlik hâkimdi. Böyle daha çok dikkat çekiyoruz, haberi yok.
Dışarı çıktığımızda onu arkasından takip ettim. Arka bahçeye ilerledi. Elindeki bardakları kurulu olan beyaz masanın üzerine bıraktı. Tabakları sıkmaktan parmaklarım ağrıyordu. Elimdeki tabakları masanın üzerine bıraktım.
"Bak sana anlatmam gereken-"
Yüzüne attığım tokatla sözünü tamamlayamadı. Sinirle ona bakıyordum.
"Sen beni ne zannediyorsun ha!"
"Sen... Sen ne yapıyorsun?!"
Bir adım yaklaştı bana. Biraz daha konuşursa onu boğazlayabilirim!
"Burda kalmıyorum! Senin yardımına ihtiyacım yok. Şimdi eşyalarımı alıp gideceğim burdan. Senin oyuncağın değilim!"
Masanın üzerindeki bir çayı alıp üzerine fırlattım. "Afiyet olsun."
Bardağı masaya bıraktığımda bileklerimden tutup beni kendine çekti. Yüzü çok korkutucu duruyordu. İnatla kaşlarımı çattım. Ellerini gevşetip sıkıyordu.
"Sözümü kesmeden dinle." dedi soğuk sesiyle. Yüzünü bana yaklaştırdı. Rahatsız olsam da geri çekilmedim. Aklınca beni korkutmaya çalışıyordu.
"Sen odaya geçtikten sonra annem ve babamla konuştum. İmalı baktılar bana. Birini seviyorum desem hemen söz kesme derdindeler. Her ne kadar arkadaşım olsan da seni kardeşim gibi gördüğümü, kızlardan bir farkın olmadığını söyledim. Emin duruşumla da inandılar bana. Ki sana söylediğim gibi seninle evlenme gibi bir düşüncem olamaz. Sana aile olacağını söylediler bana. Ailenin olmadığını söylemem üzerine seni kızları gibi görmeye başladılar bile. Sürekli karşı çıkıp duruyorsun. Olayları düzene sokmaya çalışıyorum, bana yardımcı olmuyorsun."
"Sana güvenmiyorum." deyip bileklerimi ellerinden kurtardım. "Sana hiç güvenmiyorum!"
"Güvenmekten başka çaren yok." dedi sakin sesle. Elimi yumruk yapıp göğsüne vurdum. Yanan gözlerim sinirlerimi bozuyordu.
"Ölmeye gidiyorum!" dedim gülerek. Ellerim titriyordu. Yanından geçtiğimde kolumdan tutup beni kendine çekti.
"Aptal olma! Dayını düşün. Yaşamanı istiyor. Mutlu olmanı-"
Duraksadı. Ne olduğuna anlam veremezken beni tek hamlede kucağına alıp hamağa oturttu. Korkudan tişörtünden tutunmuştum. Yanıma oturduğunda aramızdaki mesafeyi açtı. Gözlerime bakıyordu.
"Dicle geliyor."
Başımı çevirdiğimde yeşil gözlü kızın geldiğini gördüm. Adı Dicle demek.
"Çay ister misiniz diye geldim ama..." Gözlerini masada gezdirdi. Çay dolu bardağı eline alıp bize döndü.
"Bu çay soğumuş. Tazeliyim. Çay ister misiniz?"
Gülümseme yerleştirdim dudaklarıma.
"Sinan içti. Bir dikişte bitirdi. Her ne kadar kaynar kaynar içmenin zararlı olduğunu söylesem de dinletemedim ona. Çayım soğumuş. Sana da zahmet olmazsa..."
Kıkırdadı. "Sinan abi huy değiştirmiş."
Bardakları alıp gittiğinde arkasından bakakaldım.
"Sen herkese beni rezil etmek zorunda mısın?"
Yanıma döndüğümde sırıtıyordu. Uzaklaştım ondan.
"Sen ne tuhaf bir insansın. Tarafını seç. Bir bakıyorum odun gibisin, sonra bir bakıyorum cıvıksın." deyip yüzümü buruşturdum. Güldü. Tehlikeli.
Başımı ona çevirdiğimde tişörtünü havalandırma yapıyordu. Siyah tişörtünden dolayı çay lekesi belli olmuyordu.
"Çaylar geldi."
Çaylarımızı elimize alıp teşekkür ettik. Yeşil gözlü kız yanımızdan ayrıldı. Gittiğine emin olduğumda hamaktan kalktım. Dengesini kaybedecek gibi olsa da tutunmuştu. Hiçbir şey olmamış gibi sandalye çekip oturdum masaya. Tatlının yanında çay yudumlamaya başlamıştım bile.
"Bana aşık olursan kelleni uçururum." dedim soğuk sesle. Gözlerimi ona çevirdiğinde başını kaldırdı. Gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. Sonra güldü.
"Kendini bu kadar önemseme."
Yerimde dikleşip kaşlarımı çattım.
"Karşında kim olduğunu unuttuğun gibi erkek olduğunu da unutuyorsun galiba. İstemediğim bir harekette bulunursan sonuçlarından sorumlu değilim."
Çayımın son yudumunu içip yerimden kalktım. Dayımın bu adama güvenmesine hâlâ aklım almıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CEVHER
Spiritual"Umudunun kırıldığı yerde sakat kalmaya mecbursun." Anladığımı belirten harekette başımı salladım. Her günüm bir önceki günden berbat geliyordu gözüme. Su gibi akıp giden zaman, yosun tutmuş kayalıklara ustaca çarpıp tekrar bir karmaşaya sürüklüyord...