Şirketten çıktığımızda Jimin, arabasıyla benim arabamı takip ediyordu. Ama buna rağmen, telefondan konuşuyorduk.
Jimin, "Ya Tanrı aşkına Tae, daha dün tanıştığın çocuğu şirkete almakta ne demek? Sen aklını mı yitirdin? Çocuk gitarist, bırak işte gitarını çalarak hayatını geçindirsin. Tanımadığın bir çocuğu koluna geçirip şirkette işe aldın resmen!" Diye bağırdığında kaşlarımı çattım ve sinirle derin bir nefes alıp verdikten sonra konuştum.
"Bak Jimin, bu sinirinin, bu atarının sebebi ne bilmiyorum ama inan ki Jungkook gerçekten güzel resim çiziyor. Hem ayrıca, insanlar bizim kıyafetlerimizi tasarlayan kişinin Seul'un en ünlü barının en ünlü gitaristi olduğunu duyunca ne kadar çok satış yakalayacağımızdan haberin var mı senin?" Dedim onun ses tonuyla.
Jimin, "İster bana kız, ister döv ama Tae, ben Jungkook'u o şirkette istemiyorum. Bu kadar basit. Yarın ilk işin Jungkook'u işten atmak olacak. Bu arada beni bekleme, Chris ile buluşacağım." Deyip telefonu kapattı. Jimin, tam arkamdaydı ve ben, ona kızmamak için zor tutuyordum kendimi. Jimin, sağ sinyalini verip sağa geçti ve bir ara sokağa girdi.
Chris, kimdi bilmiyorum ama eve gelmeyeceğine göre önemli biriydi Jimin için.
Ayrıca Jimin, neden Jungkook'u istemiyordu ki? Anlam verememiştim.
Bu düşüncelere dalmışken telefonum çaldı, arayan sekreterimdi. Telefonu direksiyondan açıp konuştum.
"Efendim Yeon Seo?"
Sekreterim, "Efendim, ofisinize bir adam geldi.
Sizinle konuşmak istiyor." Dedi usulca.
"Neden gelmiş?" Diye sordum biraz endişeyle.
"Şey... 3 bin dolar hediye çeki verecekmişsiniz sanırım." Dedi Yeon Seo.
Tanrım, bu dün barda tanıştığım adamdı. Siktir, ciddiye almıştı.
Sıkıntıyla derin bir nefes alıp verdikten sonra konuştum.
"Tamam Yeon Seo, geliyorum." Deyip telefonu kapattım.
Tanrım, hep böyle boktan işler beni mi bulurdu?
Saate baktım aceleyle.
18.44
Bugün çabuk geçmişti, ama her günüm böyleydi. Yaşamasam bitiyordu.
15 dakika sonra şirkete geldim ve arabadan inip şirketin içine girdim. Asansörü çağırıp gelmesini bekledim. Asansör gelince binip ofisimin olduğu kata yani binanın en son katı olan 13. Kata bastım. Asansör, 13. Katta durduğunda inip ofisime yürüdüm.
O adamın, sekreterimin masasının yanındaki bekleme salonunda oturduğumu gördüm.
Yeon Seo, beni görüp sandalyesinden kalktı ve 90 derece eğilip "Hoş geldiniz" dediğinde adam oturduğu koltuktan kalkıp yanıma geldi.
"Merhaba bay Kim Taehyung" dedi elini uzatıp. Beni ise iki elimi cebime koymuş adama bakıyordum.
Adamın uzattığı eline baktıktan sonra yüzüne bakıp konuştum.
"Maalesef başkaları ile el tokalaşmıyorum. İçeriye buyurun" dedim ve ofisimin kapısını açıp içeriye girdim. Masama yürüdüğümde adamın da çoktan ofise girdiğini gördüm.
"Buyurun, oturun lütfen" dedim adam masamın arkasından koltuğu işaret ederek. Adamda koltuğa geçip oturdu. Bende masama oturdum.
"Öncelikle, size dün barda söylediğim gibi 3 bin dolarlık hediye çeki verecektim; fakat, ne yazık ki bu hediye çeki diğer yöneticiler tarafından kabul görmedi." Dedim yalan söyleyerek. Evet, çok fazla yalan söyleyen birisi değildim fakat 3 bin dolarlık zararı da göze alamazdım.
Adam, "Bu ne cüret!" Diye bağırıp koltuktan kalktı ve iki elini de masama sertçe koyup gözlerime dehşet saçan gözleriyle baktı.
"Bana bak, bana o hediye çekini ver, yoksa..." ama adamın lafı, araya giren Jungkook'la kesildi.
"Yoksa ne, baba?" Dedi Jungkook yanımıza gelip.
Ne yani, bu adam Jungkook'un babası mıydı yani? İşler iyice boka sarmıştı.
Adam, kendini masadan çekip Jungkook'a baktı.
"Senin işin ne burada, it herif?!" Diye bağırdığında Jungkook irkildi ama kendini tuttu.
"O benimle birlikte çalışıyor." Dedim masadan kalkıp yanlarına gelerek. Ve devam ettim,
"Jungkook, bu şirketin ana tasarımcısı." Dedim Jungkook'a bakarak. Jungkook, hafifçe tebessüm edip babasına baktı.
Babası, "Jungkook, bak ben anlamıyorum. Ayrıca, annen seni çağırıyor." Dediğinde Jungkook, sert ve üzgün bakışlarını babasına çevirdi.
"O, benim annem değil baba. O sadece senin altında inlettiğin kadın." Dedi Jungkook ve babası elini kaldırıp tokat atacaktı ki ben ellerini tutup adamın yüzüne baktım sabitçe, ama adam bana nefret dolu gözlerle bakıyordu.
"Ne yapıyorsun be?!" Diye bağırdığında ellerini kurtarmayı denedi, ama ben daha çok sıktım ellerini.
"Ne benim yanımda, ne de ben yokken sevgilime tokat atamazsınız. Yoksa, sizin dünyanızı karartırım ve inan ki fakirlikten de fakir bir hayat yaşayıp Tanrı'ya pişman olduğunuzu söyleyip ölmek için yalvarırsınız." Dedim net bir tavırla ve elini bıraktım.
Adam, Jungkook'a bakıp konuştu.
"Zaten sen eşcinselsen, hiç yanıma gelme bile" deyip odadan çıktı ve kapıyı sertçe kapattı.
"Baban mıydı o adam?" Dedim Jungkook'un yanına gidip.
Jungkook, "Evet, babamdı. Her ne kadar ona 'baba' demeye çekinsem de..." deyip yüzüme bakıp konuştu.
"Bu arada, neden sevgilim olduğunuzu söylediniz?"
Kaşlarımı kaldırdım bu sorusuyla.
"Seni korumak için başka bir seçenek aklıma gelmedi." Dedim masama dönerken.
"Şey... ben üzgünüm ama bu işi kabul edemem." Dediğinde sorgular gözle ona bakıp konuştum.
"Neden? Bir sorun mu var?"
Jungkook, "Ben sadece gitar çalıp kahve yaparak hayatımı geçindireceğim."
Derin bir nefes alıp verdikten sonra konuştum.
"Bak Jungkook, anlıyorum, gençsin ve gelecekle ilgili kaygıların var. Bende senin yaşındayken gelecek hakkında kaygılıydım, ama bak şimdi 27 yaşımda olmama rağmen büyük işler yapıp bu şirketi açtım." Dedim yüzüne bakıp. Fakat Jungkook, hâlâ üzgündü.
Masadan kalkıp yanındaki sandalyeye oturdum.
"Bana bak" dediğimde önünde olan bakışları bana döndü.
Ben, konuşmaya devam ettim.
"Biliyorum, daha yeni tanıştık ve hatta tanışmadık bile, ama ben seninle bir şeyler yapmak istiyorum. Sen, gerçekten parlamayı bekleyen bir mücevhersin ve ben seni parlatacağım, her bir karatını. O yüzden, üzülme ve bana güven."
Söylediklerimi dolmuş gözleriyle dinliyordu.
Elimi uzatıp ona baktım.
"Bana güveneceğine ve bu elleri bırakmayacağına söz verir misin?"
Jungkook, bir elime bakıp bir de yüzüme baktıktan sonra dudaklarını yalayıp elini elimle birleştirdi.
"Söz veriyorum" deyince yüzümde kocaman bir gülümseme belirdi.
"O zaman, mesai saatin bitti. Hadi çıkalım" dedim elini bırakıp ayağa kalkarken.
Jungkook'da ayağa kalktığında kapıyı açıp koridoru geçtik.
...
Jungkook'a evinin yerini sordum, ama Jungkook cevap vermeyince dönüp ona baktım.
"Çok mu utanıyorsun?" Dedim ona bakıp.
Jungkook, "Hayır, ben sadece istemiyorum." Dedi ellerine bakıp.
"Peki" deyip arabayı sürmeye devam ettim.
Yarım saatin sonunda evime gelmiştik.
Arabayı durdurup kemerimi çözerken Jungkook'a baktım.
"Hadi in" dedim kapımı açarken.
Jungkook, "Burası neresi?" Dedi merakla kemerini çözerken. Kapısını açıp indiğinde kapısını kapattı. Bende arabayı kilitleyip evimin girişine doğru yürüdüm.
"Burası neresi?" Dedi Jungkook, ben kapıyı açarken.
"Benim evim" dedim içeri girerek.
Jungkook, "Olmaz, ben burada kalamam" dedi ama ben onu çoktan içeriye sokmuştum bile.
"Ben senin patronun değil, aynı zamanda da arkadaşınım." Dedim ona güven veren bir sesle.
Jungkook, salona girdi. Bende ardından girdim.
"Bu salon, bizim ev kadar ve hatta daha da büyük" dedi Jungkook salonda dinelirken.
Gülümseyip omzuna dokundum.
"Biliyorum, daha dün tanıştığın birinin evinde kalmak biraz garip ama şu an bunu es geç ve keyfine bak. Senin odan sağdaki son oda, tuvalette karşısında. Benim odam yukarıdaki soldan 2. Oda. Bir ihtiyacın falan olursa çekinmeden söyle." Dedim gülerken.
Jungkook'un dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. Sanki, daha önce kimseden böyle bir şey beklemezmiş gibi bakıyordu. Pusluydu ve pusun kara bulutlarını kendi elimle çekip, pusun ardındaki güneşi meydana çıkarmaya hazırdım.
Jungkook, "Teşekkürler, bay Kim Taehyung" dedi tavşan dişlerini göstererek.
"Bundan sonra bana mesai saati içerisinde Bay Kim Taehyung de, mesai saati dışında arkadaş olduğumuz için sadece Taehyung ya da Tae de." Dedim yüzüne bakarak.
Jungkook, gülümseyip başını eğdi.
Ben, içimden gelen bir hareketle iki elimi de Jungkook'un omzuna koyup konuştum.
"Bak, ben seni mutlu edeceğim. Ailen ya da kaçtığın birileri mi var bilmiyorum ama varsa bile seni asla bulamazlar, o yüzden korkma. Ben yanındayken sana hiçbir şey olmaz, saçının bir teline bile zarar veremez kimse."
Jungkook, bunu söylememle duygulanmış ve eliyle gözyaşlarını silmişti.
Ona bakıp gülümsedim. Jungkook, dolu gözleriyle sadece bana bakıyordu.
Ben, onun hayatinı tarçın gibi tatlı yapacaktım.
Ellerimi omzumdan çektikten sonra merdivenleri çıkıp odama girdim. Yaşadığım günün zorluğuyla saate baktım.
00.23
Masama oturup, masamdaki sigaramdan çıkardım. Dudaklarımın arasına götürüp yaktım ve sigaramı dudaklarımın arasından çekip ilk dumanın serbest kalmasına izin verdim.
Bugünü kimse hatırlamamıştı belki ama, 10 Aralık benim annemin doğum günüydü.
Sigaramı dudaklarıma götürürken annemin masamdaki çerçevelemiş fotoğrafını elime alıp gülüp konuştum fotoğrafa bakıp.
"İyi ki doğdun, anne"
O gün, 3 tane sigarayı arka arkaya içmiştim. Jimin, benim sigaraya bağımlı olduğumu söyler dururdu hep. Ama ben, sigaraya bağımlı değildim ve şu günlerde hayatımda hiçbir şey yolunda gitmiyordu. Bu, beni korkuturken bir yanda sevindiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Meddle About - Taekook
FanfictionTaehyung, dünyanın en ünlü giyim markası Vante's Design'ın sahibidir. Arkadaşı ve ortağı Jimin'le eğlenmek için gittiği barda, gitarist Jeon Jungkook çok ilgisini çeker.