Devam etsin bakalım.
_
Duş aldıktan sonra farkında olmadığım bir saat boyunca bornozla aynı yerde sabit bir şekilde yatmıştım. Kendimi neredeyse iterek dolabın önüne gidebildim. Dolabımın tümünü siyah tonlarında kıyafetler oluşturuyordu, bunların da çoğunluğu gömleklerden ibaretti. Genelde klasik bir giyim tarzım olduğunu göz önüne alırsak, bence Bogum'un abarttığı kadar kötü giyinmiyordum.
Siyah kot pantolonumu çıkarıp, üzerine siyah bir gömlek seçtim. Aynı renk iç çamaşırlarını üzerime geçirip seçtiğim kıyafetleri giydikten sonra, beyaz spor ayakkabılarımı giydim. Saçımı kuruttuktan sonra hafifçe kremledim. Şeftalili bir dudak parlatıcısı sürdüm. Gümüş kol saatini taktıktan sonra hazırdım. Gökyüzünün kasvetini hesaba katarak sırt çantama küçük şemsiyemi atıp, kulaklığımı takarak odadan çıkmıştım.
Bogum ve Yeonjun ile konser alanına geçmeden yakındaki bir kafede buluşmak üzere anlaşmıştık. Herkes önden bir şeyler içip moda girmek istiyordu. Yol üzerinde bir taksi bulup mesaj attıkları yere gitmem yirmi dakika kadar sürmüştü. Kulağımda çok güzel bir şarkı vardı, tenime çarpan hafif rüzgar keyfimi yerine getirmişti, sokağın kalabalık cıvıltısı ve birbirine çarpan insanlar, kafenin loş ışığı, hepsi o an için mükemmeldi. Sonra onları gördüm, ilk gördüğüm șey Yeonjun'un bana gülümseyen yüzüydü, arkaları bana dönük olduğu için karşısında oturan iki kişiyi göremiyordum ama Bogum'un olduğunu fark etmiştim. Birkaç adımda oraya varıp hemen Yeonjun'un yanındaki boş yere otururken gördüm Taehyung'un yüzünü. Kulağımdan düşen kulaklık bir süre boynumda sallandı, kolu Bogum'un bedenine dolanmıştı.
"Tatlı görünüyorsun," dedi Bogum uzanıp çenemi sıvazlarken. Taehyung'un bakışları bana dönmedi, pencereden dışarıyı izliyordu.
Bozuntuya vermemek için gülümsemeye çalıştım, sonra bunun aptalca olduğunu fark edip her zaman nasıl davranıyorsam öyle davranmaya koyuldum."Bogum," dediğini duydum Taehyung'un ama ona dönmedim. "Telefonumun şarjı bitmiş, seninki yanında mı?
Sert bir yumruk yemiş gibi hissettim. Ona bakmıyordum ama dudaklarının nasıl kıvrıldığını görebiliyordum.
Telefon kullanıyor. Elbette telefon kullanıyor!
"Jimin'le Yoongi'yi almaya gidiyorum ben, yirmi dakikaya geliriz." Yeonjun araba anahtarını ve cüzdanını masadan alıp kalkarak beni orada, onlarla yalnız bıraktı. Başımı sallamakla yetinip mecburen cam kenarına yanaștım, onun hemen karşısına. Eun Ji Hoca'nın ayna benzetmesi ne kadar yerinde olmuş, diye düşündüm. Bana neyi kanıtlamaya çalışıyordu kendi içinde, onunla takılanlara akılsız dediğim için en yakın arkadaşımla mı cezalandırılıyordum? Ya da bunun benim için bir önemi olduğunu mu sanıyordu?
"Jungkook oda arkadaşım, en yakınımdır benim." Bogum ona bir șey anlatırken, ismimi duyana kadar konuşulanlardan tamamen uzaktım. Daha öncesinde ne hakkında sohbet ettiklerini bilmiyordum. Sanırım bizi tanıştırıyordu. Başımı sallamakla yetineceğimi ya da onun aptal oyununa eşlik edeceğimi sanıyorsa yanılıyordu.
"Taehyung ile tanışıyoruz, Bogum." dedim doğrudan. "Eun Ji Hoca aptal bir ödevi yapmamız için bizi eşleştirdi. Bu bir tesadüf değil, bugün onun etrafındakiler gibi akılsız olmadığımı söylediğim için kendine yedirememiş olacak, çareyi seninle tanışmakta buldu sanırım. Biz yürürken konserden bahsettiğini duymuş olmalı,
bana çarparak yanımızdan geçmişti sabah ama bu kadar plan fazla ve gereksiz, değil mi? Beni en yakın arkadaşımla mı vurmaya çalışıyorsun?"Gönül rahatlığı ile arkama yaslanıp tek kaşımı kaldırarak ona baktım. Şimdi de verecek alaycı bir cevabı vardı eminim ki. Bogum şaşkın bir şekilde Taehyung'a döndü, o da bana bakmayı bırakıp Bogum'a döndü. Birkaç saniyenin ardından, ikisi de yerimden sıçramama sebep olacak kadar yüksek bir sesle gülmeye başladı. Orada durmuş, öylece neler olduğunu anlamaya çalışıyordum.
"İlahi, Kook," dedi Bogum. "Taehyung ile bugün tanışmadık ki biz, konser biletlerini o ayarladı hatta. Ödevden haberim yoktu ama." Çok güldüğü zaman karnı ağrıyan insanlar gibi ellerini göğsünde birleştirdi. Sonra o kadar çok eğlenmişlerdi ki gülerken gözünden yaş gelmişti. Ona dolanan kollarına baktım. Ne kadar işe yaramaz biri olduğuna.
"Lavaboya gitsem iyi olacak." Bogum kalkarken onunla birlikte kalkmayı düşündüm, tuvalette ona bağırmayı ve nasıl beni böyle bir duruma düşürebildiğini. Bir daha bu çocukla görüşmemesi gerektiğini ve hatta bir süre benimle bile görüşmesini istemediğimi. Hayatım bu çocuk yüzünden bir anda berbat olmaya başlamıştı. Onun peşinden kaçar gibi gitmektense
oturduğum yerde beklerdim. Bogum gittikten sonra, birkaç dakika boyunca ikimiz de sessiz kaldık."Senin sorunun bu," dedi o ciddi ifadesiyle. "Her şeyi bildiğini sanman. Kendinden o kadar eminsin ki!" Neden bana bu kadar öfkeli olduğuna dair bir fikrim yoktu. Masanın üzerinden eğilmiş, sanki kendine hâkim olmakta zorluk çekiyormus gibi ellerini birbirine kenetlemişti.
"Etrafında olan bitene kör ve sağır gibi davranan birisin! İki hafta önce Bogum bizi tanıştırdığında sadece bașını sallayıp geceçek kadar kaba birisin, o gün ödev için yanıma gelip kendini tanıtma gereği duydun ama zâten dönem bașından beri aynı sınıftayız ve seninle ilk gün gelip konuşmuştum. Daha sonra derste Austen üzerine senin fikrinin karşıtı fikrimi belirtmiştim ama kendi doğrularına o kadar inanıyorsun ki benim doğrularımı dinlememiştin bile." Can sıkıcı bir şekilde gülerken gözlerini kırpmıyordu. Mavi gri, diye düşündüm gözleri hakkında. Öfkelendiğinde koyulaşıyor ama normal bir günde, gri çakıl taşlarını anımsatıyor.
"Haftanın çoğu günü okula geliyorum, benim okula uğramayan bir serseri olduğumu düşünmenin tek nedeni senin orada olduğumu görmemen, etrafındaki her șeyi görmezden gelmen. Çok ders çalıştığın için insanların seni asosyal bir inek olarak gördüğünü düşünüyorsun, bu yüzden herkese böyle kendini beğenmiş şekilde davranıyorsun ama aslında herkes seninle iletişim kurmaya çalışırken onların yüzüne bakmayan her zaman sen oluyorsun." Elleriyle masanın üzerinden destek alarak bana doğru eğildi. "Ve kızıl, sadece kızları etkilemek için kitap okuduğumu sanıyorsun-" Duraksadı. Ben de masanın üzerinden ona doğru eğildim; cümlesini bitirmesini beklerken masayı inceliyor, ona bakamıyordum.
"Hemingway okuyorum, çünkü av tüfeğiyle kendini vuran bir adamın söyleyemediği şeyler vardır."
Bütün bedenim ürpermiş gibi hissettim. "Öyle düşünmedim," diye itiraf ettim bir anda gafil avlanarak. Pencereden dışarıya bakmayı denedim. "Kızlar için okuduğunu..Kitabın eski ve yıpranmıştı. Aslında o kitabı ilk kez okuduğunu düşünmüyordum, neden öyle davrandığımı bilmiyorum ama o kitabı çok kez okuduğunu biliyordum."
Güldü. İlk defa alaycı ya da suçlayıcı değildi. İçten bir gülümseme belirmişti dudaklarında.
"Güzel," dedi. "Sanırım ödevimizin ilk kısmını bitirdik."
Başımı iki yana sallayarak istemsizce ben de güldüm.
"Belki de," dedim. "O kadar da işe yaramaz değilsindir."
İki elini de yüzüne götürüp dirseklerini masaya yasladı, gülümsemesini bastırmak için dudaklarını ısırıyordu. Bakışlarımı yeniden pencereden dışarıya çevirdim. Bogum gelene kadar ikimiz de başka bir şey konuşmadık.
_
Fern kaçar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kızıl, taekook
Fanfiction"O yüksekten korkuyor ama baş döndürücü olmayı seviyor." _ Yüksekten düşmek. Ayakların yerden kesilmesi. Ya da âşık olmak. Veya birine güvenmek. Bana kalırsa hepsi aynı şeydi. Tae ve Kook'a uyarlanmıştır.