Bölüm 2

247 19 3
                                    

Multi : Berrin

  Ailesinin ziyaretinin üzerinden üç gün geçmişti. Artık vicdanı sonsuz gibi gelen zaman diliminin ardından biraz olsun soğuk su ile kavuşmuştu. İki yıldır Amerika'da kendini suçlamıştı hep. O lanet günden sonra mutluluk haram olmuştu genç kıza. Girdiği ortamlarda insanların "Neyin var senin böyle?" sorularına artık tahammülü kalmadığı için sahte gülücüklerle hayatını devam ettirmeyi öğrenmişti. Ona kardeşinin acısını yaşamaktan çok, vicdan azabını yaşamasını sağlayan kişi hiç kuşkusuz babası olmuştu. Vicdan azabından her gün aynı acıyı en taze hali ile yaşıyordu.   
  Ailesinden uzak olmak, yaşadığı yeri değiştirmek belki daha iyi olur diye düşünmüştü. Durum hiç de düşündüğü gibi olmamıştı. Tek yapabildiği beyhude bir kaçıştı. Acılardan, sorunlardan, sorumluluklardan kaçmak çare olmamıştı. Kaçtıklarının her biri ile teker teker yüzleşmesi gerekiyordu. Hep duyardı "Sorunlarından kaçmak yerine yüzleşmelisin" gibi cümleleri ancak bizzat tecrübe etmek ne denli etkili cümleler olduğunu göstermişti kendisine.

  Babasının sürekli onu suçlaması, her kim olursa olsun "Senin suçun değildi." demelerine rağmen soğutmuyordu içini. Soğutamıyordu. İçindeki kardeş acısına ek olarak çıkan bu vicdan azabının yangınını ancak bu yangına sebep olan durdurabilirdi. Bir bakıma da öyle olmuştu. Keşke daha önce gelseydi de babası ile, ailesi ile bu konuşmayı yüz yüze yapsaydı diye düşündü bu üç gün içinde. En azından babası tarafından vicdanına dökülen soğuk su daha evvel dökülürdü.

Bir bakıma babasına da hak veriyordu. Kardeşinin katili hala bulunamamıştı. Aylarca mahkeme mahkeme gezmiş ancak bulunamamıştı. Katilin arkası çok sağlamdı belli ki. Küçük prensi onlardan uzakken o cani elini kolunu sallaya sallaya hâlâ dışarıda bir yerlerdeydi. En az kendisi kadar babasının da canı yanıyordu. Evlat acısı... Kolay değil. En aklı selim dediğiniz insana bile asla yapmaz denileni yaptırabilir.

  Berrin'i görünce onu ne kadar çok özlediğini fark etmişti. Ondan uzaktayken bu kadar fark edemiyordu zira zihninin içindeki savaş, yüreğindeki yangın, malum duygudan başka duygular hissetmesine müsaade vermiyordu.

  Bu üç gün içinde kendi adına önemli kararlar aldı. İlki Berrin'e ablalık vazifesini en iyi şekilde yapacaktı. Ailesini daha sık sık görecekti. İkincisi evini ev gibi yapacaktı. Evin bu ruhsuz havası zar zor kazandığı enerjiyi çekmek için başlı başına yeterli bir sebepti. En önemlisi ve en zor olanı, gücünü topladığını düşündüğünde miniğini ziyarete gidecekti. Bunu nasıl yapacaktı, ne zaman yapacaktı, hiçbir fikri yoktu. Tek bildiği onu çok özlemişti. Sarıya çalan, kıvırcık, dalin kokulu saçlarının kokusunu özlemişti. "Feyi aba" diye peşinden koşmasını özlemişti. "Çok özlemiştir o da Feyi ablasını." diye düşündü. Düşüncesi bile gözlerinin dolmasına sebep olmuştu. Bu ziyaret için gücünü bulabilecek miydi emin değildi.

  Gözünden düşen yaşı hamurlu eli ile yapabildiği kadar sildi yanaklarından. Gözleri alışkındı artık bu su damlalarına.

"Topla kendini Feride. Ablalığına ihtiyacı olan birkardeşin daha var. Onun için yap bunu."

  Akan burnunu çekip işine kaldığı yerden devam etti. Mutfakta Berrin için profiterol yapıyordu. Sabah arayıp okul çıkışı kendisine gelmesini söylemişti. Ona en sevdiği tatlıyı yapmak için mutfakta cam kaptaki profiterol hamurunu hazırlıyordu. Çalan telefonu ile hamurlu elini musluğun altında temizleyip aramayı cevapladı. Telefonu hoparlöre alıp işine kaldığı yerden devam etti:

"Ya abla senin eve hangi otobüs geliyordu? Durağa geldim şimdi." Berrin'in yüksek tonlu sesine arkadan araba kornaları, insan sesleri ve rüzgârın uğultusu eşlik ediyordu.

FERİDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin