Bölüm 10

150 14 5
                                    

   Elimdeki boş çay bardağını masaya koymam ile Özgür'ün bu anı bekliyormuş gibi söze girmesi bir oldu:

"Alfa, bu kadar sohbet muhabbet yeter. Haydi herkes işinin başına."

Özgür'ün ellerini dizine koyup ayağa kalkmasıyla bütün tim de ayağa kalktı. Ben de tabii. Timin hepsine hitaben, içten bir gülümseme ile konuştum:

"Hepinizle tanıştığıma gerçekten çok mutlu oldum. Umarım bu güzel sohbetinize bir daha katılabilme şansım olur." Yağız direkt söze atıldı:

"Yenge sen iste yeter ki. İsteğin bizim için emirdir."

Kıkırdamadan edemedim. Özgür'ün yanımda dimdik durup bana yandan baktığını hissedebiliyordum. Timin yanından ayrılmadan Asena yanıma gelip sarıldı:

"Bir gün mutlaka kız kıza bir çay içelim olur mu?" Sarılışına ben de en içten şekilde karşılık verdim.

"Olur tabii ki. Çok isterim."

Asena'nın yaptığı gibi ben de sarılarak söylemiştim. Asker olduğu için bana göre yapılı bir kadındı ancak bu durum onu daha da çekici yapıyordu.

Kafeteryadan Özgür ile yan yana çıktık. Özgür'ün normal yürüyüşüne rağmen bana göre kocaman olan adımlarına yetişebilmek için hızlı hızlı yürüyordum. Çok ciddi, kendin emin ve heybetli yürüyüşü yanından geçtiğimiz tüm askerlerin hayranlıkla izlemesine yol açıyordu. Koridorda Özgür'ü gören tüm askerler hazır ola geçip kısa bir baş selamı veriyordu. Bu kadar sert çehreli duruşu gerçekten yanında yürüdüğüm kişinin, benim tanıdığım Özgür olup olmadığını sorgulatmıştı.

Özgür'ün odası olduğunu düşündüğüm kapının önüne geldik. Kapıyı açıp içeri geçti. Benim de geçmem için kenara çekildi. Odada ahşap bir masa, masanın arkasındaki açık gri duvarda Mustafa Kemal Atatürk'ün gözlerimi alamadığım kocaman asil portresi asılıydı. Masanın önünde karşılıklı yerleştirilmiş siyah, deri tekli koltuklar; koltukların ortasında cam bir sehpa vardı. Ahşap ve derinin ağırlıklı olduğu odada dosyaların olduğu dolap ve nereye açıldığını bilmediğim bir de kapı bulunuyordu.

Odanın içerisine doğru ilerledim. Yönümü Özgür'e döndüm. Kapıyı kapatmış, odayı incelememi seyrediyordu. Çantamı açıp siyah kol saatini çıkardım. Çıkarırken konuşmaya başladım:

"Güya unuttuğunuz saatinizi getirdim Özgür Bey."

Elimde tuttuğum saati Özgüre doğrulturken, fermuarını kapattığım siyah kol çantamdan başımı kaldırıp baktım. Elleri asker pantolonun iki yanındaki ceplerinde, tüm hareketlerimi yoğun kahveleri ile izliyordu. Ona doğru tuttuğum saatine baktı.

"Bak sen? Nasıl unuttum ben onu ya?"

Sıfır mimik ile saatteki bakışlarını yeşil gözlerim ile buluştururken kurduğu alay varî cümle ile ben de imalı şekilde başımı yana eğerek konuştum:

"Bilemeyeceğim artık."

Gözleri gözlerimde bana doğru yavaş yavaş adımladı. Üç adımda tam karşıma geçti. Boy farkından dolayı başımı ona doğru kaldırmam gerekmişti. Hâlâ uzattığım saati, elini bilerek parmaklarıma değdirerek aldı. Gözlerini gözlerimden çekmeden yavaş yavaş sol bileğine taktı. Bu kadar yoğun ve karizmatik bakması, elini bilerek parmaklarıma değdirmesi heyecanlanmama neden olmuştu.

"Feride?"

"Hımm?"

Yutkundu. Bu hareketi ile boğazındaki erkeksi çıkıntının da hareket etmesi dikkatimi çekmişti.

FERİDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin