12. Bu dansı bana lütfeder misin?

75 13 18
                                    

Oy verip bolca yorum yaparak etiketlerde yükselmemize yardımcı olun lütfen.

İyi okumalar

"İpeksi saçların parmaklarıma dolanıyor, galaksiyi andıran gözlerin gözlerime değiyor. Nasıl bir hayalin içindeyimde tutmayan ellerim saçlarında usulca geziyor?"

Bazen bazı şeylere gerektiğinden fazla değer yükleriz. Küçük bir şey bizim için kocaman bir dağ olabilir. Kalbini ele geçiren basit bir insan, çok yakın olduğunuzu düşündüğün dostun, küçük ama senin için çok değerli birinden anlamlı bir bilekliği sahip olabilirsin. Bizim için değerli olan insanlara ve onların ardında bıraktıkları eşyalara değer veririz. O insanlar için bizim değerimiz ne? Çoğu insan sadece kendinin çabalamasından yakınıp bazı şeyleri zamana bırakıyor bazılarıysa gözlerini kapatıp ruhunu sevdiği kişiye teslim ediyor. Merak ediyorum son anda ne oluyor? İnsanlar olarak yıkıma ve yeniden dirilişe mahkum değil miyiz? Yıktığımız her bir ağaç kalbimizden parçalar söküp köklerine bağlıyor..

Bugün yorgunuz ama bir başka gün yenilenebiliyoruz. Tıpkı ağaçlar gibiyiz kışın yapraklarımız rüzgara karışıyor ve çırılçıplak kalıyoruz. Evsiz, kimsesiz küçük bir sokak çocuğuna dönüşüyoruz ama çetin kış pençelerini geri çekipte bahar geldiğinde soğuk şehrin gri sokakları çeşit çeşit renklerle boyanıyor tıpkı bunalımdan daha yeni çıkmış ressamın fırça darbeleri gibi hırçın bir şekilde kalplere yerleşiyor.

Bir ikindi vakti güneşi saklayan gri bulutların altında oturan iki adam sessizdi. Sapsarı olmuş çimlerin üzerinde öyle amaçsızca oturuyorlardı. Olmasını istedikleriyle gerçekte olanlar birbirinden farklı olmuştu bu beklenmeyen bir durumdu.

"İyileşecek midir?"

Sarı saçlarını arkaya atıp daha sonrasında beyaz üzerinde küçük sarı çiçeklerin yer aldığı hasta gömleğinin yakasını düzelti. O da burdaki hastalardan biriydi tek farkı beyninin bir tık daha farklı çalışıyor oluşu olabilirdi. Gözlerinde sert ve hastalıklı bir ifadeyle sert mizaca sahip adama baktı. Siyah bir gömlek altınada hatlarını ortaya çıkaran dar kırmızının en koyu tonunu barındıran bir pantolon giymişti. Küçük dudaklarını bükerek kendi eseri olan binaya öylece bakıyordu. Dudaklarını bükmesi sarı saçlı çocuğun kafasını karıştırmıştı. Kaşlarını çatarak dolgun dudaklarını sarkıttı.

"Çoğu zaman çekilmez biri oluyorsun."

Sessizliğine anlam veremiyordu sarı saçlı için dünya mavi ve siyahın arasında sert çizgilerle gidip geliyordu ve birazcık ortaya sarı rengini katmak fena olmaz diye düşünüyordu. Sarı onun için hastalıklı bir özlem taşıyordu, gerçektede sarı özlem çiçekleri hastalara verilmez miydi? Bir anlığına 1980'lerde pencere kenarlarına konulan sarı çiçekleri anımsar oldu. O günlere dönmek ister miydi emin değildi. Bir yanda kalbini yakan özlem ateşi diğer yanda ruhunu kurutan korkunç fırtınanın getirdiği anılar..
Bu sefer kendisi bakışlarını siyah binanın en alt kısmında yanıyormuş gibi duran ateşe dikti Gerçekte usta bir elden çıkmış sanat eseriydi, sadece fark edene.

Kalopsia ruh ve sinir hastalıkları hastanesi;
Üç ayrı binadan oluşuyordu ortadaki bina dört, iki yanında duran ortada ki binaya göre daha dar iki binaysa yedi katlıydı.
Burdaki her şeyin bir anlamı olduğu gibi binaların kat sayılarıda önemliydi ama şu an için farklı bir çizim daha dikkat çekiciydi.

Korkunç şatoları andıran siyahlara bürünmüş bina nitekim yanında duran şahısın kararmış ruhu olmalıydı. Binanın temelinde sırayla çarpazlamasına düzülmüş odunların üzerinde yanan kızıl ateş capcanlı duruyordu sanki gerçekten orda odunların üzerinde yanan kocaman bir ateş topu varmış gibiydi kızıl darbeler yukarı çıktıkça siyah duvarın üzerinde gökyüzüne doğru acıyla haykıran insan bedenleri yer alıyordu elleri af dilercesine birleşip dizleri karınlarına doğru çekilmiş bir sürü insan figürü vardı. Kiminin gözleri yaşlı kiminin gözleri inat ve nefret içinde gökyüzüne haykırırken resmedilmişti. Bir de öylece, amaçsızca ruhunu teslim eden insan bedenleri vardı. Kolları ateşe teslim olmuşçasına iki yanına doğru açılmış dizlerini kıvırdığı bacaklarıysa bileklerine kadar gözüken, ayakları ateşe karışıp yanmış küle dönmüş bedenlerdi, bunlar en alt sırada ateşle neredeyse aynı hizada olan bedenlerdi, yukarı çıkıldıkça her bir insan bedeni daha nefret ve öfkeyle gökyüzüne doğru bakıyordu. Ateş, insanları günahlarıyla en acı bir biçimde yaktıktıkça göğe doğru yoğun gri küller yükseliyordu. Duvarın orta kısımlarında küllerin üzerinde yaprakları yer alan papatyalar vardı, gökyüzüne doğru yükselen yüzlerce papatya yükseldikçe tamamlanıyordu. Beyaz yapraklar zarif bir biçimde bütün siyahlığa tezat olarak asilliğiyle gözleri boyuyordu. İlk başta kurumuş olan yapraklar gökyüzüne çıktıkça beyaz yaprakların maviye dönmesi gibi yeşeriyor canlanıyordu. Papatyaların görselliğiyle insanları etkilemesinde en büyük katkı taçlarındaki sarı renginde miydi? Yoksa yapraklarından mıydı? Peki en yüksekte bile dağınık bir şekilde papatyaların etrafında dolanan yaparaklarının üzerinde duran gri küllere ne demeli insan?

𝗕𝗹𝘂𝗲 𝗦𝗶𝗱𝗲                        𝙆𝙞𝙢 𝙎𝙚𝙤𝙠𝙟𝙞𝙣Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin