***
İki yıl önce sorulsa, Düşes Lawrence diye takdim edilecek Clarabel, şimdi yalnızca bir leydi idi. Elbette bunu umursamıyordu. O, hiçbir zaman paranın gücüne inanmamıştı.
"Teşekkürler Bentner," dedi yumuşacık sesi ile gülümserken, atından inip hızlı adımlarla kaldığı eve yürüdü.
Genç kızın görüntüsünün, şu anda bir soylu ile uzaktan yakından alakası yoktu. Hatta onu bu hali ile gören biri muhtemelen köyde yaşayan kızlardan biri olduğunu düşünürdü. Ki öyle de düşünüyorlardı. Hangi leydi kolunda hasır bir sepet tutardı ki? Veya dümdüz, gösterişsiz, üstelik modaya uygun dikilmemiş, bir elbise giyerdi? Boynuna bağladığı eşarp da durumu iyileştirmiyordu.
Her şeye rağmen Clarabel Lawrence, dikkat çekiyordu. Çünkü o, sade elbiseler içinde bile güzeldi. Yüzünde çamur izleri olduğunda dahi bakılası idi. Siyah, parlak saçları beline uzanıyor, en ufak esinti de havalanıyordu. Süt kadar beyaz teni insanları şaşkına çevirirken yeşil gözleri, bir din adamını bile günaha sokacak cinsten çekici bakıyordu. Siyah kirpiklerle çevrili gözleri, yeşilin en açık tonuydu. Yay gibi ince kaşları, biçimli küçük burnu ve kiraz rengi dudakları ile kusursuz bir tabloyu andırıyordu Clarabel. Ne var ki kaderi o denli güzel olamamıştı.
"Seni merak ettim çocuğum," sesini işittiğinde yavaşça döndü Clarabel. Odanın ucundan kendisini izlemekte olan yaşlı kadına en samimi gülüşlerinden birini yollayıp tutmakta olduğu sepeti havaya kaldırdı.
"Çilek aldım," dedi birden bir kedi kadar masum olmayı başararak.
Kızın bir nevi refakatçisi sayılan Lucinda Jones, bu defa kızacaktı. Clarabel'i evde bulamadığında kendi kendine söz vermişti. Küçük, her defasında aynısı yapıyordu. Haber verme gereği duymadan kasabaya gidip aklınca alışveriş yapıyordu. Bu sorun değildi, sadece yaşlı kadın Clarabel'i bulamamaktan korkuyordu. Lucinda, ince dudaklarını araladığında söyledikleri, aklından geçenler değildi. Ne yazık ki önünde dikilmekte olan kıza aksi bir şey söyleyemezdi. Bu yaralı yavrucağın kalbi, kırık döküktü zaten.
"İyi yapmışsın, gel de biraz kitap okuyalım."
Clarabel, sepeti aceleyle mutfağa bırakıp küçük odaya girdi. Son derece eskiydi mobilyalar, duvarın boyası kirlenmişti ve içerisi zor ısınıyordu. Ama genç kız burayı seviyordu. Saatlerce oturup kitap okuduğu yeri nasıl sevmezdi? Hep yaptığı gibi ayakkabılarını çıkardı ve bağdaş kurdu. Biraz Sokrates kafasını dinlendirirdi, neşeyle sayfalara gömüldüğünde ne kadar çocuksu ve saf göründüğünü tabi ki bilmiyordu.
-
Ertesi gün Clarabel, köyde kısa bir yürüyüşe çıkmıştı. Etrafı ilk defa görüyor gibi incelemiş, çocuklarla yakalamaca oynamıştı. Çiftçi karılarıyla kısa sohbetler ettikten sonra geri dönme kararı almıştı. Kızın kalmakta olduğu ev, köyün en dibinde, yoldan uzaktı. Bu nedenle Lucinda'nın inatla sürdürdüğü şu çay saatine geç kalmıştı. Açıkçası pek de dert etmedi. Tam o sırada ise çocukların tuhaf bir heyecanla, kızdan ters yöne koşmakta olduğunu fark etti. Yoldan geçenlerden birini durdurup ne olduğunu sordu ve karşılaştığı küçük oğlan çocuğu "Bir at arabası!" diye bağırdı. "Soylu biri gelmiş!"
Clarabel, vücudundaki tüm tüylerin dikildiğini hissederek çevresine bakındı. Tanrı'nın bile unuttuğu bu köye hangi soylu gelirdi ki? Ne yapardı burada? Alayla gülüp kafasını salladı. Atları yorulmuş olmalıydı, gelen her kimse.
Genç kız eve nihayet döndüğünde Lucinda'yı göremedi. Bu pek nadir olurdu ve Lucinda'nın çay saatini kaçırdığını daha önce görmemişti. Alnını kırıştırarak mutfağa bakındı ve tam salona döndüğünde korkuyla sıçradı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Masum Şeytan
Historical FictionClarabel Lawrence, aile soyuna layık davranamamış basit bir kadındı. Bu sebepten cemiyet kuralları çerçevesinde sosyeteden dışlanmıştı ve şimdi nerede olduğunu yalnız Tanrı biliyordu. Anthony Cameron ise yılların gözde bekarı ve İngiltere'nin en ze...