Aylar sonra döndüm. Artık özür dilemeyeceğim ama gerçekten yazamıyordum. Yayınladığım bölüm Filtresiz yıldızım için. Yalnız kalmam için elinden geleni yaptı. Yine de fazlaca yazamadım, yapamadım.
Masum Şeytan için Tek ve Sonsuz'da planlar yapmaya başlamıştım. Sadece sizi değil kendimi de hayalkırıklığına uğrattım. Finalsiz bırakmak -benim adıma- saygısızlık olur, bu nedenle uzatmadan her şeyi açıklayan bir son yazmayı planlıyorum.
***
"Beni çok mu özledin?" diye sordu Anthony. O an tek amacı Clarabel'in ağlamasını durdurmaktı. Bu sorunun kızı sinirlendirip hırçınlaştıracağını bildiğinden rahattı. Genç kız kendine gelip onu itecekti. Ama öyle olmadı.
"Anthony," dedi kırık dökük sesi ile Clarabel. Kızarmış, güzel yeşil gözlerini kaldırıp erkeğe baktı. "Eski seni çok özledim."
Dük Cameron gafil avlanmıştı. Katiyen böyle bir yanıta hazırlamamıştı kendini. Kollarında hıçkırıklara boğulmuş küçük kadına bakmak istedi. Lakin yapamadı. Tek yapabildiği onu daha da yakınına çekmek ve kokusunu içine çekerek sarılmak oldu. Sahi unutmuş muydu Clarabel'in çiçekli çamur kokusunu? Elbette hayır. Dudaklarına gözle görülmeyen bir tebessüm yayıldı.
Clarabel Lawrence, çocukluğundan beri hizmetçileri tarafından gül yaprakları ile yıkanırdı ve gün içinde bizzat elleri ile oynadığı toprak sonucu bu tuhaf kokuyu edinirdi. İşin ilginç kısmı şuydu ki yakın çevresi, kızın durumdan zerre rahatsızlık duymadığını bilirdi. Yakın arkadaşı Victoria dahi herkes onu uyarırken, Anthony; yeni açan çiçeklerle harmanlanan çamuru sevmişti. Clarabel, adam için hep ferahtı, iç rahatlatıyordu.
"Yine gidecek misin?"
Anthony, düşüncelerden sıyrılıp kollarını gevşetti. Sol kolunu kaldırıp genç kızın çenesini tuttu ve kendine bakmaya zorladı. Clarabel'in kızaran gözleri, yanakları ve biçimli burnu belki hiç böyle bakılası olmamıştı.
"Herkes benim yüzümden evine uğramadığını söylüyor."
Elinde olmadan güldü genç adam ve "Kimmiş o herkes ve ne zamandan beri umurumuzdalar?" diye sordu. Bu sırada Clarabel de biraz toparlanmak adına geri çekildi ve elinin tersi ile burnunu sildi. Anthony de istemeden kollarını indirdi.
"Herkes," dedi yeniden genç kız. Bu ona yetmiş olacak ki başka kelime de etmedi.
Anthony gayet iyi biliyordu, bu herkesi. Tüm Londra evlilikleri hakkında çalkalanıyordu. Genç adam sürekli gündemde olmaya alışıktı ve zampara kişiliği ile ön planda olduğundan bu haberlere de kulaklarını tıkayabilmişti kolayca. Anlaşılan, Clarabel dayanamamıştı. Normal bir zaman olsa, Anthony buna şaşırırdı çünkü kızı tanıyordu. Ama normal bir zamanda değillerdi. Bu gerçeği baz alırsak Clarabel iyi direnmişti. Kim bilir ne korkunç yorumlara maruz kalmıştı. Haftalardır onunla konuşmadığı için birden suçlu hissetti genç adam.
"Gel şöyle oturalım," dedi Anthony ve kızın elini tutup en yakındaki ağacın altına oturttu. Kızın şok olmuş vaziyette tutuşan ellerine baktığını görüp, yeniden, gülümsedi. "Kocan olarak elini tutabileceğimi düşündüm, yoksa yanıldım mı?" Tek amacı Clarabel'i biraz neşelendirmekti fakat aldığı yanıttan pek de başarılı olamadığını anladı.
"Kocalar evlerinde uyur sanıyordum, yoksa yanılıyor muyum?"
"Ne olursa olsun beni haksız çıkarmaktan zevk alacaksın, değil mi?"
Clarabel, dizlerini kendine çekmiş, kafasını ağaca yaslamıştı. Üzgün yüz ifadesi ürkek bir ceylana dönüştü ve "Seni haksız çıkaramıyorum," diye fısıldadı.
Anthony, şaşkına dönmedi, mutlu da olmadı. Muzipçe bakamadı veya somurtmak istemedi. Ne olduğunu bilmiyordu. O an sanıyordu ki her duygu yükselmişti ve hiçbirine tutunamıyordu. Elinde olsa ne olursa olsun birine dokunurdu duygularının, genç adam çünkü hepsini birden hissetmek ağır gelmişti. Ve hayır, taşıyamazdı. Şimdi değil. Zaten tutunmak bir yana, düşüyor gibiydi. Düşmek genç adam için en kara haber demekti. Bu nedenle tutunabileceği tek şeye uzandı ve tuttu.
"Ah, Anthony," diyordu bir dakika sonra genç kız. Tıpkı adam gibi sımsıkı sarılmıştı. Diğer dakikada ne olacağı umurunda değildi. Bu dakika boyunca onu hissedip huzuru koklamak istiyordu.
Anthony mi? Genç kızın onu itme ihtimalini düşünmüştü. Bu nedenle kollarını biraz olsun açmıyordu. Kızın kemiklerini ezmiş olmaktan korksa da düşmekten daha çok korkmuştu. Kucağındaki küçük kadın olmadan düşemezdi. Yüzünü kızın boynuna gömdü ve "Gitmeyeceğim," dedi.
Ne Clarabel ne de Anthony, o gün o dakika yaşadıklarını sözlerle ifade edemezdi. Ruhların buluşması söz konusu iken ne hadle kelimelerden bahsedilirdi ki? İki ruh, bedenlerinin yaptığı saçmalıklar yüzünden ayrı kalmaya mahkumdu. O dakikada buna isyanlarını adeta dile getirmiş, duramamışlardı. Ve yeryüzüne inmiş bu iki ruh gerçekten hissetmeyi bildiğinden durmayacaktı da.
"Neden daha önce gelmedin?" diye soran Clarabel değildi, genç kız asla bunu söyleyemezdi. Söylememeliydi- ama ne önemi vardı?
"Neden çağırmadın?" diye sordu Anthony hırsla. Usulca kızın boynunu öpüyordu, düşünmüyordu.
Clarabel kendini kaybetmiş, başını geriye atmıştı. Zihninden mantık içeren tek sözcük geçmiyordu. Galiba... Canı bunu da istemiyordu. Tek yaptığı "O kadına giderken nasıl çağırırdım?" diye sormak oldu, boynunu iyice ortaya çıkarırken.
Anthony, elini kızın kıvrımlı kalçasına yerleştirip öpüşlerini derinleştirirken "Ne kadını?" diye sordu. "Annem mi?"
Büyü bozuldu ve Clarabel birden sinirle erkeği itti, tabi kucağından inemedi sert tutuş yüzünden ama kaşlarını çatıp "Leydi Harrington en son annen değildi," dedi.
Genç adam, parmaklarını kızın şirin elbisesinin yakasında gezdirirken gülümsedi. "Beni kıskandığınızı bilmiyordum, madam." İtiraz nidalarını yükselince dudakları ile örttü, kızın dudaklarını Anthony. Öpücüğü kısa tuttu fakat dudaklarını kızınkilerden çekmeden konuşmayı sürdürdü. "Eskiden daha akıllıydın, küçüğüm."
"Bu ne demek?"
"Haftalardır arsalarla ilgileniyorum, tek gördüğüm uşaklarımın ve avukatımın insanı çileden çıkaran yüz ifadeleri," derken yumuşacıktı genç adamın sesi. Neden bilmiyordu ama Clarabel gerçeği bilsin istiyordu.
Genç kız, duyduklarını tartmaya çabalarken sakin kalmayı diliyordu. Eğer doğru anlıyorsa, Anthony haftalardır bir düke yakışacak biçimde çalışmış, sonunda evine dönmüştü. Şimdiki davranış biçimi de düşünüldüğünde... Yalan söylüyordu. Anthony Cameron'ı kendi kadar iyi tanırdı ve karşısındaki adam hiçbir zaman işlerini kendi halletmemişti. En ufak ayrıntıya kadar, tüm işleri ile ilgilenen; rapor tutan, denetim yapan adamı vardı. Anthony Cameron sadece gerekli imzaları atarken ters giden bir şey var mı diye bakardı. Yani kesinlikle yalandı bu.
"Utanmadan yalan söylüyorsun," dedi Clarabel ve yüzünü çevirip kollarını göğsünde bağladı.
Anthony, çileden çıktığını hissetti. Hissetmekle kalmadı ve kucağındaki kadını çığlıklarına aldırış etmeden atının üstüne atıp, "Bunlarla uğraşacak halim kalmadı," dedi. Kendi de atına bindikten sonra ekledi. "Seni, cemiyeti, ailemi en çok da kendimi kandırmaktan bıktım usandım."
"Neden kandırıyor olasın?"
"Evde konuşacağız. Önce temizlenmek istiyorum ve oldukça açım koca bir sürüyü yiyebilirim."
Clarabel, bulunduğu pozisyondan ötürü adamın yüzünü göremese de kendini alay etmekten alıkoyamadı. Sahte bir kahkaha atıp "Sen her zaman açsın!" dedi. Fakat Anthony'nin cevabının ardından eve varane dek çıtını dahi çıkarmadı.
"Her zaman aç olduğum konu yemek değil."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Masum Şeytan
Historical FictionClarabel Lawrence, aile soyuna layık davranamamış basit bir kadındı. Bu sebepten cemiyet kuralları çerçevesinde sosyeteden dışlanmıştı ve şimdi nerede olduğunu yalnız Tanrı biliyordu. Anthony Cameron ise yılların gözde bekarı ve İngiltere'nin en ze...