"Günaydın Düşes."
Clarabel küçük bir tebessümle "Günaydın," dedi ve "Anthony geldi mi?" diye sordu.
"Evet, mavi salonda sizi bekliyor."
Genç kızın gülüşü yüzünde büyürken az da olsa utanmıştı. Başını öne eğip sakin adımlarla salona doğru yürümeye koyuldu ve tam içeriye gireceği sırada durup elbisesini ve saçlarını kontrol etti. Tabi bu sırada arkasından, koridora saklandığını zanneden hizmetçilerinin gülüş sesleri yükseldi fakat genç kız buna takılamayacak kadar sabırsızdı. Bir an önce Anthony'yi görmek istiyordu. Özlemiş miydi? Eh... Aslında daha çok onunla sohbet edecek olacağından sabırsız olduğu söylenebilirdi. Sonuçta bir haftadır Anthony Londra'da iken kendisi Havenhurst'de çeşitli okumalar yapmış ve bir dolu yeni bilgi edinmişti, genç adam ile konuşup bilgileri sindirmeliydi.
"Bunu Clarabel görmemeli-"
"Neyi?" diye sordu hemen genç kız, salona girer girmez duydukları üzerine.
Anthony elinde tutmuş olduğu kağıdı buruştururken çenesi kasılmış, kaşları çatılmıştı. "Delmar, bizi yalnız bırak."
Genç kız, ne olduğunu anlamaya çalışırken, kahya yanından hızla geçip gitmişti. "Anthony, nedir elindeki?"
"Önemi yok-"
"Neden görmemem gerekiyor o halde?"
"Clarabel, gerek yok sadece-"
"Ertesi güne dek ısrar edeceğimi biliyorsun."
Anthony sıktığı dişleri arasından kızın adını tekrarladı ve gözlerini kapatıp arkasını döndü. Sonra odanın içinde birkaç amacı olmayan tur atıp birden kızın yanına gitti. Ardından uzanıp elini tuttu ve en yakın koltuğa birlikte oturdular. Genç adam derin bir nefes alırken karşısındaki yeşil cennetin nasıl da ışıldayarak kendisine bakıyor olduğunu gördü ve her şeye lanet etti.
"Clarabel büyütülecek bir şey yok," dedi yavaşça Anthony ve dayanamayarak bakışlarını yere dikti. "Katılmaya mecbur değiliz hatta bunu düşünmek zorunda dahi değiliz."
"Önce ne olduğunu öğrenmem gerek," dedi ve erkeğin elinden kaptı imzalı kağıdı genç kız.
"Clara? İyi misin?"
Genç kız parmakları arasından kayıp gitmesine izin verdi kağıdın. Diğer saniyede ise ayağa kalktı. Arkasından ona seslenmekte olan erkeği yarı duyuyor yarı duymuyordu. Yalan söyleyemezdi, içinde bulunduğu dakikada hiçbir sesi işitmek istemiyordu. Ne işitmek ne görmek... Clarabel Cameron içinde bulunduğu anda yok olmak istiyordu.
Siz hiç yok olup gitmek istediniz mi? Clarabel hayatı boyunca iki kere bunu dilemişti; biri şimdi diğeri de babasının ölüm haberini aldığı ve amcasının o en kötü lekeye benzeyen oğlu ile doğduğu eve yerleşmek maksadı ile geldiği, babasının cenazesini görmezden geldiği ve... Ve...
Her şeyi baştan mı hatırlayacaktı? Evet, sanıyordu ki her şeyi en başından hatırlayacak ve bu güne nasıl geldiğine bakacaktı. Bunu yapması gerekmezdi ancak başka türlü işin içinden çıkamazdı. Çünkü elinde tuttuğu kağıt aslında bir davetiyeydi. Dük Lawrence'ın oğlu nişanlanıyordu ve tüm Londra halkının bu müthiş güne teşrifi bekleniyordu.
Genç kız yere çöktüğü sırada Anthony koştu ve onu omuzlarından sarsmaya başladı. Boşunaydı. Clarabel yanakları gözyaşları ile ıslanırken gözlerini kapadı ve Düşes Lawrence olduğu; babasının hayatta olduğu günlere döndü.
/////
Bu geçiş bölümü olayını sevmediniz, biliyorum ama hiç yoktan iyidir diye düşündüm?
Bundan sonra başa döneceğiz yani Tek ve Sonsuz'da geçen Clarabel-Anthony sahnelerinin iç yüzünü öğreneceğiz diyebilirim. Hiç tahmininiz var mı veya en çok neyi merak ediyorsunuz?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Masum Şeytan
Historical FictionClarabel Lawrence, aile soyuna layık davranamamış basit bir kadındı. Bu sebepten cemiyet kuralları çerçevesinde sosyeteden dışlanmıştı ve şimdi nerede olduğunu yalnız Tanrı biliyordu. Anthony Cameron ise yılların gözde bekarı ve İngiltere'nin en ze...