Bu şarkıyı defalarca paylaşabilirim çünkü geçen yazdan beri bu anı bekliyorum, Days, Clarabel'in şarkısı
***
"Nereye gidiyorsun?" sorusu ile karşılaşana dek birine çarpmak üzere olduğunu bilmiyordu genç kız. Aniden geri çekilip soğuk sese baktı.
Anthony Cameron yine yapmıştı yapacağını; baloya saatler sonra gelip ilgi odağı olmuştu. Ama cemiyet neye daha çok şaşırması gerektiğini bilmiyordu. Dükün o gece metreslerini yanında getirmemiş olması mı, kolunda annesi Düşes Cameron ile teşrif etmiş olması mı yoksa ilk dansını kız kardeşi yerine adı ağza alınmaya değmeyecek ama bir melek kadar güzel olan kızla yapmış olmasına mı?
"Clarabel, canım! Seni görmek çok hoş," dedi Düşes Cameron ve genç kıza bir çırpıda sarıldı. Sanki kendilerini bir salon izlemiyormuş gibi kızın elini sıkıp nasıl olduğunu sordu. Sonra yine bir şey yokmuşçasına, bir hanım arkadaşına el sallayıp hızlı adımlarla oğlu ve kızının en yakın arkadaşının yanından ayrıldı.
"Lanet kafanı kaldır ve koluma gir."
Clarabel yavaşça başını kaldırıp, tam karşısında, dimdik duran Anthony Cameron'a baktı. Kahverengi saçları özenle şekillendirilmişti. Her zaman ki gibi yüzü tertemizdi, sakalı veya bıyığı yoktu. Siyah, uzun boyuna göre dikilmiş bir takım giyiyordu ve beyaz gömleğiyle uyumlu, beyaz boyun bağı bağlanmıştı boynuna. Sert yüz hatlarını vurgulayan çenesi köşeliydi fakat onu en korkutucu kılan şey gözleriydi. Çok keskindiler.
"Herkes bize bakıyor," dedi Anthony ve son derece somurtkan bir ses çıkarıp kızın dirseğini kavradı. Genç kız bir çocuk kadar savunmasız görünüyordu. "Benimle mi döneceksin yoksa tek mi gelmeyi tercih ediyorsun?"
Clarabel, kendine gelip hızla kafasını salladı. "Dönmek istemiyorum, ben..." Ne diyecekti? Nasıl devam edecekti? Kalkıp aşağılandığını mı anlatacaktı? Bunu yapamazdı. Anlatsa bile, Anthony muhtemelen onlara hak verecekti.
Genç adam bakışlarını bir saniye kızdan ayırmadı ve son kez konuştu. "Clarabel," dedi sabrının doruklarına ulaşmış gibi. "Başladığın işi bitir."
Genç kız neden bilmiyordu, nasıl olduğunu da anlamamıştı fakat birden üzerindeki ağırlık kalkmıştı. Anthony'nin tükürür gibi söyledikleri, onun cesaret kaynağı oluvermişti. Clarabel, ne yaptığının farkına varamadan, erkeğin güçlü koluna girdi ve salona döndü.
Şimdi, tüm davetliler nefeslerini tutmuş, Dük Cameron'ı izliyordu. Orkestra bile ne yapacağını şaşırmış, sürekli notaları kaçırıyordu. Oysa dikkatli olmalıydılar. Anthony Cameron, kolunda Clarabel Lawrence ile hiç duraksamadan, dans pistine yürüyordu. İkisinin yüzünden de tek duygu anlaşılmıyordu. Ve belki de onların ketum tutumu sayesindeydi, kimse tek laf edemiyordu. Sadece dans pistinde dönmekte olan çift görülüyordu o saniye. Bir Dük ve dışlanmış soylu bir Leydi...
Clarabel, Anthony'nin ancak omzuna geliyordu. Ve kesinlikle erkeğin siyah ceketini incelemekten sıkılmıştı. Üstelik dans etmekten son derece zevk alan kız, o esnada danstan nefret etmişti. Daha önce hiç kimseyle böyle dans etmemişti. Anthony ne ona bakıyordu ne de konuşuyordu. Görevini yapan askerden farkı yoktu. Genç kız hafifçe kafasını çevirdi ve irkilerek gözlerini açtı.
"Aman Tanrım, neden sadece biz dans ediyoruz?"
Anthony, kızın cümlesi üzerine nihayet tepki verdi. Tabi bunu ancak en yakınındaki Clarabel görebildi, Anthony'nin tebessümü geldiği gibi gitmişti çünkü. Kızın belindeki elini biraz kaydırıp "Çünkü ben geldim," dedi. Bu her şeyi açıklamış gibi bir daha da konuşmadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Masum Şeytan
Historical FictionClarabel Lawrence, aile soyuna layık davranamamış basit bir kadındı. Bu sebepten cemiyet kuralları çerçevesinde sosyeteden dışlanmıştı ve şimdi nerede olduğunu yalnız Tanrı biliyordu. Anthony Cameron ise yılların gözde bekarı ve İngiltere'nin en ze...