on bir sandalye

238 27 82
                                    

2 hafta sonra

doyoung

Bugün uzun bir süre sonra ayrı grupların birlikte toplanmaya karar verdiği bir gün olacaktı. On iki kişi bizim evde toplanıp Yedam'ın doğum gününü kutlayacaktık.

Havaların ısınmaya başladığı mayıs ayları gelmişti. Hazır hepimiz müsaitken toplanıp Yedam'ın doğum gününü kutlayalım istemiştik.

Tabii ben Junghwan'la hâlâ konuşmuyordum.

O günden sonra babasının işi bir buçuk haftaya bitmiş ve erkenden dönmüştü. Biz de birkaç gün önce gidip babasıyla ilişkimizi konuşmuştuk.

Ortağının çocuğunun kendini araba önlerine atmasından sonra Junghwan da delirip aynısını yapacak korkusuyla oğlunun yönelimini ve sevgilisini kabul etmek zorunda kalmıştı.

İlişkimizi kabullenmesi hoş karşıladığı anlamına gelmiyordu. Soyunun devamı için taşıyıcı anne bulacağını keskin bir dille belirtmekten hiç çekinmemişti.

Taşıyıcı anne işinin nasıl olacağı çok karışık bir durumdu.

Öncelikle yüksek bir miktarda para teklif edilecek bir taşıyıcı anne bulunması gerekliydi. Sonrası tüp bebek mantığı benim ve Junghwan'ın spermi taşıyıcı annenin rahmine yerleştirilecekti.

Durum böyle olunca doğacak bebek genlerini iki erkek ve bir kadından almış olacaktı. Bu sebeple kadının kendisi ve ailesi genetik hastalık barındırmayan kişiler olmalıydılar.

Anlayacağınız, taşıyıcı anne işi biz evlendikten sonra epek bir zaman alacaktı. Çocuk doğduktan sonra bile işler bitmiş sayılmazdı.

Bu sefer de bebeğe süt anne bulunmalıydı.

Yani şimdiden bebek işini kafamıza takarsak işin içinden çıkmamıza imkan yoktu. Daha resmi olarak evli bile değildik.

İşin komik tarafı ben daha Junghwan'ı affetmemiştim ama şimdiden minik bir bebeğimiz olsa nasıl olurdu diye düşünüp kafa yoruyordum.

Bunları düşünürken bir yandan da akşam için yemek hazırlıyordum.

Ev çok sessiz olduğundan kafam bir türlü boş olmuyordu. Junghwan sessizce gelip sofrayı hazırlamak için tabakları, çatalları, kaşıkları, bıçakları ve bardakları alıp oturma odasına götürüyordu.

Yağda kızaran tavuk, tabak çatalların sesi ve doğrama tahtasına çarpan bıçağın sesinden başka hiçbir ses yoktu kocaman evde.

Bu sessizlik sinirimi bozmaya başladığı için "Junghwan, tavukları çıkartabilir misin?" diye seslendim.

En azından yanımda olursa ağzından bir iki kelime duyabilirim diye düşünüyordum.

Oturma odasındaki masaya çarpan tabak sesleri kesilince yanıma geldi. Havlu peçeteyi özenle kopartıp katladı ve hazırladığım büyük tabağın içine yerleştirdi.

Maşayla bol yağda kızaran çıtır tavukları tek tek çıkartıp havlu peçetenin üstüne koydu. Hepsini çıkartınca kızgın yağın altını kapattı ve maşayı tavukların üstüne bıraktı.

İşi bitince göz ucuyla yardım edebilecek başka bir şey aradı. Salata için son marulları doğradığımı görünce dudak büzüp "İçeri geçiyorum." dedi.

Sadece 'Hıhı.' gibi bir sesle onaylayıp içeri gönderdim.

Allah canımı almaya valla çok özlemiştim ama inatçı kişiliğim bir türlü dinmiyordu.

Mutfaktaki işleri halledip salataya soslarını ve tuzunu ekleyip orta boy üç kaseye koydum. İki tanesini götürüp masaya koyduktan sonra dönüp son kaseyi de aldım ve masanın ortasına koydum.

am i stupid ¡ dohwanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin