kahvaltı

301 27 153
                                    

bolumun basinda soyluorum affola ama karakterlere soru cevap yapmak istiorum aklinizdaki sorulari ve kime sormak istediginizi bu yazinin altina yazabilir misiniz

- - -

Gözlerimi açtığımda Junghwan'ın yatağında yatıyordum. Dün akşama doğru koltukta uyuyakaldığıma emindim.

Yani Junghwan beni odasına taşımıştı.

Gözlerimi açar açmaz Junghwan'ın odasının kokusu bütün bedenimi sardı. İç organlarıma kadar Junghwan kokuyordum.

Aklımdan geçen her bir cümlede Junghwan diyordum. Kendime geldikçe yattığım yatakta tek olduğumu fark ettim.

Junghwan odada yoktu.

Sersemlememek adına yavaşta yataktan kalktın. Evin içinde gezinip odalara tek tek bakmaya başladım. Bir yandan da "Junghwan?" diye sesleniyordum.

Üst kattaki çatı katı dahil bütün odalara baktım. Hiçbir yerde yoktu. Küçülüp saklanamayacak kadar cüsseli olduğunu düşünürsek muhtemelen dışardaydı.

Telefonum Junghwan'ın odasında çalmaya başladı.

Hızlıca odaya gidip komidinin başında şarja takılmış olan telefonu aldım. Ekranda yazan 'So Junghwan' yazısını görünce gülümsedim.

Sanki onu aradığımı hissetmiş gibi aramıştı. Telefonu açıp "Nerdesin?" diye sordum. Junghwan da gülerek "Sana da günaydın uyuyan güzel." dedi.

"Günaydın canım, nerdesin?"

"Fırına gitmiştim, uyanman için aradım seni de."

"Uyanmıştım zaten." Junghwan'ın yatağına uzanıp yastığına sarıldım. "Uyandıysan kapıyı açar mısın? Sevgiliminin beni karşılamasını istiyorum."

Göz devirip "Kaç dakikadır kapıda bekliyorsun?" diye sordum. Cevabını beklerken yataktan kalkıp dış kapıya gittim.

"Kapıyı açmazsan on dakika olacak."

Telefonu kapatıp kapıyı açtım. Junghwan elindeki poşetleri havaya kaldırıp gülümsedi. Elinde tuttuğu poşetleri alıp mutfağa götürdüm. Junghwan da ayakkabılarını çıkartıp peşimden geldi.

"Ben de diyorum sofra niye kurulmuş."

"Bir pasta yaparsın artık." Gülümseyip onayladım. "Önce kahvaltıyı yapalım da tatlıyı sonra düşünürüz." Aldığı simitleri ve poğaçaları masaya koydum.

Dolaptan içecekleri çıkartıp bardaklara döktüm. İçecek kutusunu tezgaha bırakıp sandalyemi çektim ve oturdum.

"Güzel hazırlamışsın." Simiti yarıya bölüp bir kısmını kendi tabağıma koydum. Kalan kısmı Junghwan'a uzattım.

Yarım parçayı alıp kendi tabağına koydu. "Bugün şirkete gidecek misin?" Gözlerimi tabağımdan çekip Junghwan'a baktım. Ağzıma attığım simit parçası yanaklarımı şişirmişken kafamı sağa sola salladım.

"İzinliyim." dedim elimi ağzımın önüne götürüp.

"Dışarı çıkalım mı?"

"Kiminle?"

"Ben ve sen." Gözlerini kısarak gülümsedi. Böyle gülümsediği zamanlar cümlelerinin altında farklı bir anlam yatıyordu.

"Atma Junghwan. Haruto gelecekse bizimkiler gelmesin."

"Tamam ya, bizimkilerle buluşuruz."

Gözlerimi kırpıştırıp gülümsedim. "Seni senden daha iyi tanıyorum So Junghwan."

"Korkutma ya." Yüzündeki garip ifade gülümsememe sebep oluyordu. Kahvaltıyı bitirip sofrayı beraber topladık.

Bulaşıkları Junghwan'a kitleyip mutfaktan kaçtım. Koltuğa yatarcasına kendimi atıp gözlerimi kapattım. Bir süre sonra mutfaktan Junghwan'ın bana seslendiğini duydum.

"Doyoung."

"Anan Junghwan." Karşılıklı bağırışmalarla birlikte mutfağa geri döndüm. "Ne var?" Arkası bana dönük olacak şekilde tabakları köpüklü süngerle ovalıyordu.

Elindeki tabağı lavabonun içine koyup süngeri sıktı ve eline köpük aldı. Arkasını dönüp hiç hoş olmayan bakışlarıyla gülümsedi. Anında yüzümde beliren sırıtışla birkaç adım geriledim.

"Aklındakileri yapmaman için ne istiyorsun?"

"Öpücük."

Kafamı sağa sola sallayıp reddettim.

"Öpücük almazsam yüzün köpük olur."

"Yıkanırsam hasta olurum yapma nolur."

"O zaman öpücük."

Yanına yaklaşıp köpüklü elini uzaklaştırdım. Hafif parmak ucuna kalkıp dudaklarına yaklaştım. Tam öpecekken dudaklarına üfleyip geri kaçtım.

"Öpsene ya."

"Önce elindeki köpüğü yıka." Hızla arkasını dönüp ellerini yıkadı. Üstüne silip tekrar bana döndü. Şapşallığına gülümseyip dudaklarını uzunca öptüm.

Bir süre öpüştükten sonra mutfak kapısının önünde duyulan çıtırtı sesleri ayrılmamıza sebep oldu. İkimiz de aynı anda kapıya baktık.

Junghwan şaşkınlıkla "Anne?" dedi, sesi şaşkın çıkıyordu. Bayan So da şaşkınlıkla bize bakıyordu. Gözlerimi kaçırıp Junghwan'dan uzaklaştım.

Annesi tok bir sesle "İçeri geçiyorum." dedi ve oturma odasına yürüdü. Korkudan, şaşkınlıktan ve utançtan kızaran yanaklarımla Junghwan'a baktım.

Nerdeyse ağlamak üzereydim. Junghwan'ın da benden aşağı kalır yanı yoktu. Gözleri dolmuş, tir tir titriyordu. "Annen biliyor muydu?" dedim sesimde yatan imayla.

"Hayır, annemden korktuğum için bunca zamandır yönelimimi sakladım zaten."

Kafamı Junghwan'ın göğsüne yaslayıp "Atlatacağız." dedim. Elini saçlarımı daldırıp okşadı. Bayan So oturma odasından "Bekliyorum." diyerek seslendi.

Yapacak başka bir şeyimiz olmadığı için paşa paşa açıklamak için içeriye geçtik.

Annesi tekli koltukta, ben ve Junghwan da ikili koltukta karşılıklı oturuyorduk. Öylece bizi süzüyordu.

Söyleyeceği her bir kelimeden çok korkuyordum. Ayrılmamızı isteyecek diye aklım gidiyordu.

"Junghwan."

"Anne."

İkisinin arasındaki gergin bakışmayı iliklerime kadar hissediyordum.

Yaptığımız yanlış değildi -sonuçta üniversiteli adamlardık- ama utançtan başımı bile kaldıramıyordum.

"Ayrılmalısınız."

- - - -
yok ya var mi baska istegin hanimim
bolum kisa oldu biraz devamini yazarsam isin icinden cikamam diye kisa kesiyorum

am i stupid ¡ dohwanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin