o günden beri hiç konuşmamışlardı. sinan, tüm o anları kafasının içinde belki de milyonuncu kez döndürüp dururken tek bir noktada sıkışıyor ve takılıp duruyordu. ona, ''yapma.'' dediği andaki sesi sürekli kafasının içindeydi. yalvarışı hatırlatan çaresiz bir tınıydı ve bu sinan'ı rahat bırakmıyordu. osman, ona karşılık verirken hiçbir sorunları kalmamış gibiydi, her şey fazlasıyla gerçekti o an. pişmanlık duymamıştı ona ilk adımı atarken, yine olsa yine yapardı. sadece son sözleri içinde vicdan azabına benzer garip bir duygu uyandırmıştı.
hasta yatağına düşmüş haliyle hâlâ onu düşünebilmesine güldü. bunca sene kimseye karşı bir şey hissetmeden yaşadıktan sonra hayatınıza aniden giren kumral bir çocukla her şeyi fazla yoğun ve şiddetli yaşamanın getirileri olmalıydı bunlar. ya da götürüleri mi demeliydi?
bugün okula gitmemişti, gitmesi gerekti aslında. üniversite sınavı bu seneydi ama sinan uzun vadede kendini üniversitede hayal bile edemediği için içinde çalışma hevesi yoktu. hiçbir zaman bir mesleği düşlememişti, üzerinde düşünmemişti bile. o, hayatı günü gününe yaşayanlardandı. bunun carpe diem ya da diğer bir deyişle ''anı yaşa'' mottosuyla bir alakası yoktu, onunki hevessizlikten ve ilgisizliktendi. günü kurtarmaya bakar ve sonrasını zamanı gelince düşünürdü.
lisenin başından beri bu evde tek başına yaşıyordu. on dört yaşında bir çocuğun omzuna konulan çok büyük ve aynı zamanda çok gereksiz bir sorumluluktu bu, hatta zorunluluk demek daha doğru olurdu. belki de bu yüzden yaşıtları gelecek hayalleri kurarken o bir geleceği gözünün önüne getirmekte bile zorlanıyordu. gerçekliğin ani ve sarsıcı tokadı yüzüne erken inmişti.
oflayarak yattığı koltukta kendini iyice küçülttü ve kollarını etrafına sardı. üzerindeki battaniye onu ısıtmıyor, kazağıysa şu durumda bir tişörtle aynı işlevi görüyordu. ateşi olduğunu biliyordu ama iradesine söz geçirip battaniyeyi üzerinden atamıyordu.
kapı zilinin çalmasıyla bıkkın bir şekilde kendini kalkmaya zorladı. vücudunu hareket ettirmek çok zordu. bu kadar hasta olmasının nedeni dün gece terasta içerken uyuyakalmasıydı. ocak ayında yapmamanız gereken dahiyane bir hareketti bu. gecenin ortasında kalkıp nerede olduğunu fark ettikten sonra kendini zar zor içeri atmıştı ama biraz geç kalmıştı tabii bunun için.
kapıya kaplumbağa hızıyla ulaştıktan sonra karşısında dikilen bedeni görmek onu şaşırtmıştı. bir ara hayal görüyor sandı, çok ateşi vardı ve bu ihtimaller arasındaydı. osman karşısında endişeli gözlerle ona bakıyordu, kesinlikle hayal görüyordu. gelen ses onu gerçekliğe döndürdü, ''sinan, bu ne hal?''
''hastayım.'' diye karşılık vermesiyle osman güldü. ''hadi ya, öyle misin?'' dedi.
''geleyim mi içeri? üşüyorsun.'' sesindeki ilgiyle ne yapacağını şaşırdı esmer çocuk, kapının önünden çekildi ve geçmesine izin verdi. tıpkı o gün yaptığı gibi. osman yavaşça kapıyı kapattı ve bedenini sinan'a döndürdü. bir kolunu omzuna atıp elini beline götürdü ve yürümesine destek oldu. sinan geri çekilmek istiyordu, canının yanacağını hissediyordu ama bedenine söz geçiremedi ve yenilgiyle kendini osman'ın kontrolüne bıraktı.
sinan'ı canını acıtmamaya dikkat ederek koltuğa yatırdıktan sonra elini alnına koydu. yeşil gözler esmer oğlanın dağılmış saçlarında, yorgunluktan kısılmış gözlerinde ve kızarmış dudaklarında dolaştı. ''yanıyorsun, at şu battaniyeyi üzerinden.'' demesiyle sinan battaniyeye daha sıkı sarıldı, çok üşüyordu.
osman'ın uyarıcı bakışlarıyla istemeye istemeye battaniyeyi bıraktı. ''bez falan var mı?''
''bilmiyorum banyoda vardır belki.'' dedi. osman adımlarını banyoya yönlendirirken sinan arkasından onu izledi. her şey o kadar saçmaydı ki, kafayı kırmış gibi hissediyordu. elindeki bezle geri geldiğinde onu sakince izlemeye devam etti. osman yanında diz çöküp ıslattığı bezleri bir kenara koydu. ''kazağını çıkarmamız lazım.'' sinan, hızla başını iki yana salladı. ''çok üşüyorum.''
''havale geçirmek mi istiyorsun?'' sinan, oflayıp kafasını yine iki yana salladı. kazağını kavrayan eller kumaşı yavaşça vücudundan sıyırdı. bezlerden birini alnına yerleştirdi, diğerini ise çıplak gövdesinde gezdirdi ve en sonunda boynuna yakın bir yere yerleştirdi. sinan sadece onun tedbirli hareketlerini izliyordu, uyuşmuş gibiydi ama kafasında birçok soru işareti vardı.
yeşil gözler onu incelerken sinan soru sormadan daha fazla duramayacağını fark etti, ''neden geldin?'' osman, sorusunu hiç duymamış gibi yaptı. ''ilaç içtin mi?'' sinirlendiğini hissetti. nereye kadar onu geçiştirebilecekti? ''osman, neden geldin?'' diye sorusunu tekrarladı ve ısrarcı bakışlarını gözlerine dikti. osman, bu sorudan kolay kolay kurtulamayacağını anladı ve dürüst bir şekilde cevapladı, ''seni merak ettim.''
siniri bozuk bir şekilde güldü, ''allah'ın şizofreni.'' osman, çok masum bakıyordu. onu haftalardır varlığının yoksunluğuyla cezalandıran çocukla karşısında ona bu şekilde bakan çocuk aynı kişi olamazdı. ''ilaç içmedin değil mi?'' diye sordu. ''içmedim.''
''bir şeyler yedin mi peki?'' buna karşılık başını olumsuzca salladı. ''bekle, geliyorum.'' dedi. osman kalkmaya yeltenirken sinan bileğini tuttu güçsüzce, ''bunu yapmak zorunda değilsin.''
osman'ın kaşları çatıldı, ''yapmak istiyorum.'' dedi. sinan, bileğini bıraktı.
gelmesini beklerken gözlerini kapattı. şu an her şey güzeldi ama yarının da güzel olacağına dair bir garantisi yoktu. bu onu huzursuz ediyor olsa da şu ana odaklanmaya çalıştı.
osman elindeki tepsiyle yanına geldiğinde gözlerini araladı. tepsiyi yere bırakıp sinan'ın doğrulmasına yardımcı oldu. içinde çorba olan sıcak kaseyi önüne aldı ve kaşığı daldırıp sinan'ın dudaklarına yaklaştırdı. ''kendim içebilirim.'' dedi sinan çatık kaşlarıyla. yeşil gözlerde eğlendiğini belli eden bir pırıltı oluştu, mızmız bir çocuğa benziyordu şu an sinan.
''zorlama işte, iç.'' dedi ve sinan dudaklarını araladı. ikisi de bu süre içinde tek bir söz söylemedi. çorbayı bitirdiğinde ''ilaçlar nerede?'' diye sordu osman. ''şu çekmecede olması lazım.'' diyerek eliyle bir noktayı işaret etti. osman kalkıp bir ilaçla yanına geldi. bu konularda kendisinden daha tecrübeli olduğu kesindi. tepsideki suyla birlikte ilacı ona uzattı.
ilacı içtikten sonra iyice uykusu gelmişti ve kendini hiç olmadığı kadar savunmasız hissediyordu. hastalık da bir nevi sarhoş olmak gibiydi. mantıklı düşünemiyordunuz ve ne söyleyeceğinizi kestiremiyordunuz. sinan, uzun süredir içinde tuttuğu her şeyi ona söylemek istiyordu tam şu an. osman aynı sakin bakışlarla kendisini izliyordu.
''bana aramızdaki her şeyin bir eğlenceden ibaret olduğunu söylediğin günü hatırlıyor musun? sana o zaman da inanmamıştım şu anda da inanmıyorum.'' söyleyeceklerini kafasında toparlamaya çalıştı ve devam etti, ''yalan söylüyorsun ve neden bilmiyorum. sürekli düşünüyorum ve mantıklı bir açıklama bulamıyorum. aklımı yitirecekmişim gibi hissettiriyorsun.'' onu izleyen gözlerden hızla geçip giden duygu belirtisini görmüştü. acı mıydı gözlerindeki, pişmanlık mıydı? çıkaramıyordu. ama hızla eski sakinliğine kavuştu gözleri.
sinan bu sözleri söylerken bir cevap almayı ummuyordu, sadece söylemek istemişti. ''uyu hadi, iyileş bir an önce.'' dedi osman. uykuya dalmamak için kendini zor tutuyordu zaten bu yüzden usulca gözlerini kapadı.
uykuyla uyanıklık arasındayken saçlarında gezinen elleri hissetti hayal meyal. ellerin sahibini korkutmaktan çekinerek uyuyor gibi yapmaya devam etti. ''sinan, üzgünüm. yemin ederim çok üzgünüm.'' uykuya dalmadan önce duyduğu son şey bu sessiz fısıltıydı.
ertesi sabah saçlarındaki ellerin eksikliğiyle uyandı, gitmişti.
her gün üzülüyorum çocuklarımın şu haline..
bu arada bin kelimelik bölüm! kendime geldim sonunda. sizi yine birkaç ay bekletmek istemedim ve ilham geldiği an kalkıp bölümü yazdım hemen. bölümün çoğunluğunu kurak günler soundtrack pl'si dinleyerek yazdım. filmi izleyen varsa hakkında konuşabilirizz <3

ŞİMDİ OKUDUĞUN
weakness & love • sinman
Fanfictionsen daha ateşsin, bense böyle kül. bizi dağıtıp savuracak.