yüzüne değmeyen gözler ruhunda tarifi imkansız bir boşluğa sebebiyet verirken her şeyin bir anda nasıl bozulabildiğini düşündü. varlıkları birbirinden öylesine uzaktı ki; onu ısıtan ellerin sıcaklığı daha ruhunu terk etmemişken kumral çocuğun öylece yanından geçip gitmesi canını yakıyordu. ihtimaller neydi ki onu böylesine yaralayabilecek, karnına ağrılar girmesine sebep olabilecek?
her şey okula birlikte girdikleri günden sonra bozulmaya başlamıştı. osman kendini yavaşça sinan'dan uzaklaştırmaya başlamıştı. soğuk tavırları esmer oğlanın kafasını karıştırıyordu, ortada hiçbir sebep yokken gördüğü bu muamele hem sinirlerini bozuyor hem de canını yakıyordu. iki üç gündür hiç konuşmamışlardı ve bu sessizlik devam ederse delireceğini düşündü sinan, bir an önce konuşmaları lazımdı. osman, bahçede arkadaşlarıyla muhabbet ediyor gibi gözüküyordu ama aslında arkadaşları konuşurken o ise dalgın bakışlarla etrafı izliyordu. yanına yaklaşan esmer çocuğu görmesiyle sırtını dikleştirerek bakışlarını ona çevirdi.
"konuşabilir miyiz?"
"konuşalım." demesiyle sinan adımlarını okulun arka tarafına yönlendirdi. okulun diğer yerlerine kıyasla burada kimsenin olmayacağını biliyordu, duvarların seslerini bastırdığı ve görüntülerini kapattığı bir konuma geldiklerinde sinan osman'ı inceledi. yüzündeki ifadeyi çözmeye çalıştı ama okuyamıyordu onu. sanki karşısında bir put dikiliyordu ve bu hali sinan'ın cesaretini kırıyordu.
"niye yüzüme bakmıyorsun?" demesiyle osman'ın odağı yerden ayrılıp kahverengilere döndü, hiçbir şey söylemedi.
"anlamıyorum noldu bir anda, niye uzak duruyorsun benden? kafayı yiyecek gibiyim her ihtimali düşündüm ama mantıklı bir açıklama bulamıyorum." diye sordu merakla. sesi incinmiş çıkmıştı ve şu an duygularını göstermek osman karşısında böylesine tepkisizken utanç verici geliyordu.
"olması gereken oldu. bizden olmazdı sinan, kafana yanlış bir düşünce soktuysam üzgünüm ama sen de biliyordun bunu." aldığı cevapla sinirleri gerilmişti.
"dalga geçiyorsun herhalde, kafa buluyorsun benimle değil mi?" diyerek histerik bir kahkaha attı. karşıdan bir cevap gelmeyince yüzündeki gülümseme soldu. aralarındaki uzaklığı kapatıp osman'a yaklaştı. "hayır inanmıyorum sana, bir şeyler oldu ama anlatmıyorsun. bu kadar basit olamaz." alaycı yeşillerde saliselik de olsa bir kırılma görmüştü ama aynı hızla kaybolmuştu.
"ama bu kadar basit işte sinan. ister inan, ister inanma hiçbir şey hissetmiyorum sana karşı hiçbir zaman da hissetmedim. ama ikimiz de eğlendik değil mi?" ellerinin titremeye başladığını hissetti ve bedenini saran öfkeyle hızla kumral çocuğun yakalarını kavrayıp sırtını duvara yapıştırdı.
"sikerim eğlencesini ne eğlencesi lan? her şey sana çok basit geliyor değil mi? yaşadıklarımız senin için bir eğlenceden ibaretse eğer hayatımdan siktir olup gitmen beni mutlu eder. ben seni çok yanlış tanımışım." dedi ve yakalarını bıraktı. içindeki bir şeylere zarar verme dürtüsü öylesine güçlüydü ki ama yine de karşısındaki çocuğun sözlerine rağmen öfkesini ona yöneltemiyordu. son bir kez yeşillerde bir pişmanlık görebilmek için dikkatle baktı ama hiçbir şey göremiyordu. hayal kırıklığıyla adımlarını okul binasına yöneltti ve hızla lavaboya girdi, derse girmeden önce sinirlerini zapt etmesi lazımdı. birkaç dakika bekledikten sonra sınıfa yöneldi.
sırasına oturmaya zorladı kendini, bütün iradesini kullanması lazımdı bunun için. kafası karmakarışıktı ve gözünde parlayan yaşlar da cabasıydı. sınıfa giren kumral çocuğun varlığını hissetti ve gözleriyle onu takip ettiğinde ışık'ın yanına oturduğunu gördü, yüzündeki tebessümü görmek iradesini geçersiz kılan son noktaydı; hızla ayağa kalkıp sınıfı terk ederken sinirinden gözü hiçbir şeyi görmüyordu. merdivenlerden aşağı inip artık kullanılmayan deponun önüne geldiğinde eli ceketinin iç çebine gitti ama aradığını bulamamanın çaresizliğiyle yere oturup yüzünü ellerinin arasına aldı. sırf o yanında olduğu için artık ihtiyaç duymayacağını düşünüp ceketinden çıkarmıştı içki matarasını. beynini uyuşturup duygularını bastıran o zehirli sıvıya o kadar çok ihtiyacı vardı ki şimdi.
ihtiyaç hissi bedenini sarmalarken ellerinin titremesini durduramadığını fark etti. ne zaman ruhunun üzerinde bu denli sarsıntı yaratabilecek bir konuma getirmişti osman'ı? ne zaman ona bu kadar bağımlı olmuştu?
direndiğini, kendi kendine hayal kırıklığına uğrayacağını fısıldadığını hatırlıyordu. yıllarca sıkı sıkıya işleyip inşa ettiği duvarları yıkmanın iyi bir fikir olabileceğini ona düşündürten içindeki çocuğa alay edercesine güldü. zayıflığına ve aptallığına güldü. öyle ki kahkahaları içinden taşıp onu çepeçevre saran duvarlarda yankılandığında gözünden düşmek için hazır bekleyen yaşları durduramadı. saatler hızla geçerken kafasını meşgul eden düşünceler de bu hıza aynı şekilde eşlik ediyordu. orada öylece ne kadar kaldı bilmiyordu ama hava kapanmıştı, duyguları beynini uyuşturmuştu ve artık ne hissettiğini bilmiyordu bile. depodan adımlarını sürüyerek çıktı, okulda kimse kalmamıştı ve burayı hiç bu kadar sessiz gördüğünü hatırlamıyordu; aslında kimse olmasa tahammül edilebilecek ve hatta huzurlu bir yere dönüşebilirmiş burası.
okuldan çıktığında sessizliğin hüküm sürdüğü zihnine eşlik eden tek şey istanbul'un imgeleriydi, evine doğru giderken adımlarını atabilmesi için onu motive eden tek şey ise evinde onu bekleyen alkolün huzur verici varlığıydı. evin kapısı görünmüştü ama onu bekleyen başka bir sürpriz vardı. eda'nın yanına şaşkınlıkla yaklaşırken kız da onu gördüğünde oturduğu taştan hışımla kalkıp yanına doğru hızla yaklaştı, ''neredesin lan sen? bir anda çıktın gittin bir daha da geri gelmedin,'' bakışları buluştuğunda sözleri sinan'ın kızarık gözlerini görmesiyle yarıda kesildi ve kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı ''sinan, noldu?''
sinan bakışlarını eda'nın elindeki çantasına çevirdi, ''iyiyim bir şey yok, bu kadar beklemene gerek yoktu çantayı bırakıp gidebilirdin.'' dedi ve çantayı elinden aldı. eda'nın yüzünde incinmiş bir ifade belirdi, ''merak ettim sinan, osman'a da sordum bilmiyorum diye geçiştirdi.'' diye karşılık vermesiyle sinan sinirle güldü, gerçekten kafayı sıyırmasına çok az kalmıştı. ''öyle demiştir tabii.''
anahtarını cebinden çıkarıp kapıyı açtı ve içeri girerken eda da peşinden geldi. buzdolabını açıp gün boyunca düşlediği sıvıya kavuşmanın getirdiği rahatlamayla şişeleri kavradı ve arka kapıdan denize açılan yolu takip etti. banka oturduğunda bir şişe kendisine bir şişe de yanındaki kıza açtı. şişeyi uzatmasıyla eda reddetmeyip aldı ve ikisi de bir süre denize bakıp hiç konuşmadan alkolün getirdiği sıcaklık hissine odaklandılar. sessizlik merak duygusuna fazla geldiğinden konuşmayı başlatan eda oldu, ''anlat hadi, ne oldu?''
aslında anlatmayabilirdi ama içindeki sıkıntıyı biriyle paylaşmak kendisine iyi gelecekti ve yanındaki kızın sesindeki endişe ve ilgiyi duymak ona bir nebze güven vermişti. olayları anlatırken karşısındaki kızın tepkilerini görmek onu neredeyse güldürecekti, olayın saçmalığına kendisi de gülmek istiyordu ama gülmeye başlarsa ağlayacağını da biliyordu. "inanmıyorum ya abi inanmıyorum cidden. osman nasıl böyle bir şerefsizlik yapar aklım almıyor. herifin içine şeytan kaçmış resmen."
"ben de inanmıyorum biliyor musun, inanmak istemiyorum. kafamda mı kurdum ben şimdi bunların hepsini, başından beri sadece hayal mi kuruyordum?"
"siktir et sinan bak çok ciddi söylüyorum. düşüne düşüne kafayı yersin, yapma." sinan başını hafifçe sallayıp bir süre sonra kaçıncı olduğunu saymayı bıraktığı şişeden bir yudum daha alarak şişeyi bitirdi. sarhoş olmanın getirdiği hafiflik hissini seviyordu. sorunlarından uzaklaşmasını sağlıyor, kafası bir tüy gibi hafifleşiyor ve düşüncelerinin ağırlığından kurtuluyordu. eda da şişeyi bitirdikten sonra yerinden kalktı, "geç oldu kaçıyorum ben, dikkat et kendine tamam mı?" yine başını sallayarak cevap verdi. eda gittikten sonra biraz daha dışarıda kalıp dingin denizin karanlığını izledi, denize çekilip karanlığın onu yutmasını diledi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
weakness & love • sinman
Фанфикsen daha ateşsin, bense böyle kül. bizi dağıtıp savuracak.