bugün, en güzel sabaha uyanmıştım. gerçi ne zaman jisung ile uyusam ve uyandığımda onu görsem bu benim için en güzel sabah, devamında da en güzel gün oluyordu.
sırt üstü yattığım yatakta önce jisungun olduğu tarafa başımı çevirdim. bana doğru yan yatmıştı. bir elini yanağının altına koymuş huzurla uyuyordu. çok, çok fazla güzeldi. iç çektim. ardından tamamen ona doğru döndüm. dirseğimi yatağa yaslayıp başımı elimin üzerine koydum. onu izlemek için mükemmel bir pozisyondu bu.
gerçekten mutluydum. mutluluğun tanımı benim için jisungtan ibaretti çünkü.
sevmek.. nasıl bir şeydi seni sevmek?
özlemek.. insan yanında uyuyan birini bile nasıl bu denli özleyebilir?
güzel, rahat bir uyku çekmiştik ama şimdi senin bana bakışını bile özlediğimi hissediyordum. çünkü saatlerdir bana bakmamıştın. sesini özlemiştim. çünkü saatlerdir benimle konuşmamıştın. tabiki tüm bunlar için mantıklı bir sebebin vardı. uyuyordun.
ah han jisung, sana karşı bu hislerimi ne yapacağım ben? görüyorsun ya sığmıyor, tutamıyorum içimde.
ben yine mahur mahur sana bakıp içimden destanlar sıralarken kıpırdanmaya başlamıştın bile. içeriden de sesler gelmeye başlamıştı. bizimkiler birer birer uyanıp mutfağa gidiyorlardı belli. bende kendime çeki düzen verip hınzırlık yapmak istedim.
"hey uykucu, uyan hadi. ne bu kadar uyuduğun? uykucu!" jisungun kulağına yaklaşıp yüksek sayılabilecek şekilde bağırdım.
önce kaşları çatıldı. sonra "hyung.." diye mırıldanarak sırt üstü yattı. gözlerini hala açmamıştı ama o özlediğim sesini duyabilmiştim.
bir insan, tam yanındaki birine karşı nasıl özlem duyabilirdi?
"uyan hadi uyan." diyerek dürttüm onu bu defa. oflayarak açtı gözlerini. bana baktı.
yuvarlak gözleriyle çipil çipil baktı bana.
yeni uyanmış han jisung çok masum ve sevilesiydi.
iç sesimin daha fazla konuşmasına izin vermeden jisungun başının altındaki yastığı hızla çektim ve yüzünün üstüne kapattım. o yastıktan dolayı boğuk çıkan sesiyle bağırırken üzerinden atlayarak kalktım ve mutfağa ilerledim. felix ve seungmin kahvaltı için pankek pişirmeye çalışıyordı.
"tamam, önce sür şu kısma yağı öyle ekleyeceğiz pankek karışımını."
"daha önce böyle yapmamıştık felix."
"ya seungmin!" diye bağırmıştı isyanla felix. "öyle yapmadığımız için yapışmıştı zaten. sonra yiyememiştik."
seungmin felixi sinirlendirmekten memnun gülerken tekrar bir şey söyleyecekti ki beni görmesiyle sustu. gülümsemesi hala yerindeydi. gözleri benden başka bir yere kaymıştı. onun baktığı yöne baktım. yine ortalığı hareketlendirecek bir şey geçiyordu aklından adım kadar emindim.
"minho hyung, hyunjine bak." dedikten sonra bana baktı, hyunjine baktığımı gördü ve keyifle devam etti. "şimdi elindeki kahve içtiği kupaya bak." gözlerim hyunjinin elindeki kupa bardağa kaydı. kaşlarım katıldı. seungmin ise daha çok keyiflenmişti. "hyung, o kupa geçen yılbaşında jisungun sana aldığı ve üstünde 'en sevdiğim hyunguma' yazan kupa değil mi?"
gerçekten o kupaydı. en değerli insanın bana aldığı ve benim kullanmaya kıyamadığım o kupaya hwang hyunjinin dudakları değiyordu.
"hwang hyunjin?!" diyerek seslendim ona çok yüksek olmayan ama tehditkar bir sesle. o ise irkilerek bana dönmüş, elindeki bardağı orta sehpanın üstüne bırakmıştı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
limbo
Fanfictionkarmakarışığım ve hiçbir şeyin farkında olmaman üzücü. 🎼"..sana söyleyemediğim tek bir kelimeyle değişeceğini biliyorum..."🎼 -limbo