3. bölüm

64 9 0
                                    

başımızı kaşıyacak vaktimiz yoktu. bu elbetteki her zamanki halimizdi fakat ben kendimi ekstra meşgul ediyordum bu aralar. konser için planladığımız program üzerine çalışıp sık sık pratik yapıyordum. chan hyung sürekli stüdyodaydı zaten. başlarda sürekli o sabahlarken şimdi changbin ve jisung da onunla birliktelerdi. albüm için sıkı çalışıyorlardı. hepimiz sıkı çalışıyorduk. evde yalnızca beş kişiydik. odada ise tek başımaydım. jisung yoktu. ben sığamıyordum odaya. pratik için sürekli şirkete gidiyordum. orada jisunga daha yakındım, iyi hissettiriyordu.

chan hyungla bir daha konuşmamıştık. açıkçası ondan bir süredir kaçıyordum. jisungla ilgili ne konuşacaktı bilmiyorum fakat hislerimi fark etti diye ödüm kopuyordu. birine nasıl anlatabilirdim hislerimi? uzun zamandır kendi iç sesimle konuşup kağıda yazdığım hislerimi nasıl olur da birine anlatabilirdim? iç çektim. çalan şarkıyı kapattıktan sonra yere attım kendimi. soluklandım, yerdeki su şişesine uzandım, soğuk suyu kafama dikip yarıladım. ne içtiğim soğuk su ne de kendimi meşgul etmem zihnimdeki jisungu susturmuyordu. zihnimin her yerindeydi, her hücremdeydi. görmediğim her saniye özlüyordum onu. zihnim özlüyordu, gözlerim görmek istiyordu, ellerim parmak uçlarına dokunmak için can atıyordu, kulaklarım sadece onun şahane sesini duymak istiyordu, ayaklarım sadece ona yürümek, kalbim yalnızca onun için atmak istiyordu. ben lee minho, bunun adı aşksa han jisunga fena aşık olmuştum. onunla aynı çatı altında olabilmek için uykusuz kalmayı göze alacak derecede delice seviyordum. dizginleyemiyordum duygularımı. bu kontrolsüz duygularım bize, en çok da jisunga zarar verecek diye ödüm kopuyordu. ben ne yapacağımı bilmiyordum, gerçekten bilmiyordum..

soğuk zeminde uzanmış, düşüncelerimle savaşırken telefonum bu önemli mesaiyi bölmüştü. uzanıp ekranına baktığımda ise arayanın jisung olduğunu gördüm. arama profiline en güzel güldüğü fotoğrafı koymuştum. gerçi güldüğü her an benim için en güzel güldüğü andı. gözlerimi ekrandan alamayarak uzunca bir süre baktım. diğer seferler gibi ekrana uzun süre bakakalıp kapanmaması için artık açmam gerekiyordu. derin bir nefes alıp telefonu kulağıma götürdüm.

"hyung, ne yapıyorsun? hala pratik mi? biraz ara versen de kahve içmeye gitsek?" diyerek peşi sıra sıralamıştı her şeyi.

"olur! ara vermiştim zaten ben de."

"tamam öyleyse hyung kafeterya da görüşürüz."

telefonu kapattığımız gibi kapişonlumu üzerine geçirip, telefon ve cüzdanımı alarak çıktım. çok hızlı yürüyordum, neredeyse koşacaktım. beni böyle görmesi biraz utanç verici olabilirdi. yavaşlamaya çalışsam da bir türlü becerememiş ve kafeteryaya gelmiştim. etrafa bir göz attığımda ise jisungun çoktan sipariş sırasına girdiğini gördüm. demek benden önce gelmişti.. gülümseyerek yanına ilerledim. hala nefes nefeseydim.

"koştun mu hyung nefes nefesesin." dedi gülerek.

çok güzel gülüyordu. keşke hep gülse..

"saatlerdir dans ettikten sonra dinlenmiş olsam da merdivenler yoruyor jisungie." dedim ben de gülerek.

"neden merdiven kullandın ki hyung? asansöre binseydin ya." dedikten sonra sipariş sırası bize gelmişti ve jisung çalışana siparişleri söylemek için dönmüştü.

cidden asansör kullanmak neden hiç aklıma gelmemişti ki benim? koştura koştura inmiş iyice yorulmuştum. han jisung aklımı o kadar meşgul ediyordu ki en basit şeyleri bile unutmama neden oluyordu. gözlerimi kırpıştırarak onu bakarken bana uzattığı tepkisi fark ettim. üzerinde iki kahve vardı.

"sen bunları al hyung, ben tatlıları alıp geliyorum."

"tatlı da mı sipariş ettin? bu saatte?" diye sormuştum şaşırarak. saat gece yarısını geçeli çok olmuştu ve jisung bu saatte tatlı yemezdi. sorgulamadım, onayladım sadece. uzattığı tepsiyi alarak iki üç masanın dolu olduğu kafeterya da fazla göz önü olmayan bir yer aradı gözlerim. sonunda nerdeyse kimsenin terçih etmeyeceği gözlerden uzak bir masa bulmuştum. oraya ilerlemeden önce jisunga seslenip ona da gösterdim. çünkü söylemesem oraya gözü asla değmez ve beni bulamazdı, biliyordum. aslında söylemeyip onun bulamayışını izleyebilirdim. çünkü çatık kaşlarıyla sürekli masaları taraması bir hayli komik oluyordu. ancak ikimizde yeterince yorgunduk ve buna gerek yoktu. kendi kendime gülerek, "belki başka zaman." diyerek masaya yerleştim. çok geçmeden jisung da gelmişti.

limbo Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin