bazı günler vardır, o kadar mutlusundur, o kadar eğlenmişsindir ki hiç bitmesin hiç geçmesin istersin. uyuyup uyansan da anısı hep gözlerinin önünde kalsın istersin. aynı güzel hisleri anımsamak bile mutlu eder çünkü seni. kaybolmasın istersin onunla mutlu oluşların. bir noktada hayat yollarınızı ayırsa dahi sevgiyle, sevinçle, mutlulukla hatırla istersin geçmişi.
bazı günler de vardır ki, geçen günden sonra o kadar berbat bir geceye kaparsın ki gözlerini, gün ayınca tekrardan açasın bile gelmez. her şey ortaya serilmiş, içinde sakladığın volkan patlamış ve herkes kırılıp dökülmüştür. yani bir gecede tüm güzel anıları unutturacak kadar kötü bir an yaşamışsınızdır. ne acıdır ki yollar kırgın ayrılacak ve hatırlanan tek anı en son yaşadığınız berbat an olacaktır.
minho ve jisung.. serçe parmaklarına dolanmış kırmızı ip misali olan aralarındaki bu bağ bir gecede bilinmezliklerin içine gömülmüştü.
ay yerini güneşe, gece ise yerini aydınlığa bırakmıştı. minho saatler öncesinden keskin bir baş ağrısıyla uyanmış, bacaklarını kendine çekmiş başını da ellerinin arasında almış sıkıştırıyordu. aslında düşünüyordu. başına yaptığı şeyi tamamen fark etmeden yapıyordu. içinde büyüyen korku ve endişe parti gecesini düşündükçe git gide büyüyor, başındaki ağrı iyice dayanılmaz hale geliyordu.
"ne yaptım ben dün gece?" dedi kendi kendine dakikalar sonra tekrar. "her şeyi söyledim mi jisunga?" oflayarak yüzünü kapattı elleriyle. kesik kesik hatırlıyordu. sesli düşünmeye başladı. "mekana gittik. jisungtan bir arkadaşım için tavsiye aldım," başını iki yana salladı. "aslında kendim için. çünkü onun ne düşündüğünü merak etmiştim." söylediklerinden sonra kendini onaylayarak devam etti. "sonra yemek yedik. jisungun yüzüne bakmadım." sinirle başına vurdu. "aptal kafam. onu daha meraklandırmış olmalıyım. benimle konuşmak için ısrar etmiş olabilir." başına saplanan ağrıyla inleyen minho başını yatak başlığına yaslayıp ranzanın tavanını izlemeye başladı. gözünden bir göz yaşı firar etti. ağlamasını henüz durdurmamış gibi yaşlar kapıya dayanmış hatta yavaş yavaş akmaya başlamışlardı. "düşün minho, düşün." derince bir nefes aldı. o sırada bir ses fısıldadı ona. uyandığından beri ne kendi iç sesi ne de jisung olan iç sesi asla konuşmuyordu. bambaşka bir ses içini yiyip bitiriyordu ve bu ses diğer ikisine de hiç benzemiyordu.
minho kaybolmak üzereydi. daha evvel de çok kaybolmuştu fakat bu defa önünü arkasını bilmediği bir yolda kaybolmak üzereydi. korkuyordu. deli gibi korkuyordu. iç seslerinden biri ona yol göstersin istiyordu. ve şimdi uzun zaman sonra duyduğu kendi iç sesi, ona yardım etmeye çalışıyordu. "evet," dedi tekrar hatırladıklarıyla. "eğlendik. ben tüm enerjimi harcayıp bitap düştüğümde seungmin geldi. seungmin geldi ve bana jisunga itiraf etmek istiyorsam biraz rahatlamam gerektiğini söyledi." kaşları çatık tavana bakarken o anları tekrar izliyor gibiydi. nefes alış verişi hızlanıyor, kalbi anımsadığı her anla hızını arttırıyordu. göz yaşları yavaş yavaş dinmeye başlamıştı. "changbinin yanına gittim. bir kaç kadeh içtim." dedi emin olamayarak. "belki daha fazla.. sonra, sonra jisung geldi." minho içinde kaynayan volkana rağmen transa geçmiş gibi hatırladıklarını sıralıyordu. "jisung geldiyse konuştuk. ama ne konuştuk?" kısa bir süre düşündü. bacaklarını kendine çekip başını yine ellerinin arasında alarak iyice büzüldü. "kahretsin! hatırla işte, hatırla kahretsin!" elleriyle başına ritmik bir şekilde vururken zihninde jisungla konuştuğu ve elinde tuttuğu bardağı savurduğu canlandı. "ona zarar vermedim. hayır. hayır. lanet olsun!" acıyla inleyerek yatağından kalktı ve odanın kapısını açtı. hızla adım attığı gibi hyunjinle çarpışmaktan son anda kurtuldu.
"hyung, nereye?" hyunjin oldukça endişeli görünüyordu.
"hyunjin çekil." dedi minho kararlı bir ifadeyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
limbo
Fanfictionkarmakarışığım ve hiçbir şeyin farkında olmaman üzücü. 🎼"..sana söyleyemediğim tek bir kelimeyle değişeceğini biliyorum..."🎼 -limbo