4. bölüm

69 8 4
                                    

"bu ne böyle.. bir fotoğraf karesi.. minhonun mu acaba?.. uyansa ya artık gün olacak nerdeyse.."

uyur uyanıklık arasında, zihnimin dış dünya ile bağlantı kurduğu ancak gözlerimin açılmamak için direndiği o evrede tek bir kişiden duyduğum sözlerdi yalnızca bunlar. ilk üç cümle bile uyur uyanık halimle beni tedirgin etmeye yetmişti. en son chan ile konuşmamız da zihnimi işgal ederken kalbimin sesini daha net duymaya başlamıştım. gözlerim açılmak için daha çok çaba göstermeye başlamıştı. 

gözlerim açılmak için çabalarken çok net olmasa da hyunjini gördüm. elindeki bir şeye bakarken. ona seslendim usulca. "hyunjin..." o hızla başını bana çevirdi. ardından ayaklanıp elindekileri cebine sıkıştırdı ve kapının oradan içeriye seslendi. benim uyandığımı haber veriyordu. ben o an evimde hatta odamda olduğumu fark ettim. nasıl gelmiştim acaba buraya?

"minho hyung uyandı!"

saniyeler içinde odanın içi dolmuştu. hyunjin gelip yine yatağımın yanına oturdu. hepsi endişeli gözlerle bana bakıyordu. hepsini korkutmuştum. onlarda büyük bir şey saklamam yetmiyormuş gibi bir de endişelendirmiştim. bu düşüncelerle daha da kötü hissederken dikkatle chan hyunga bakıyordum. onun ne söyleyeceği çok önemliydi çünkü şuan.

"sonunda uyandın minho." dedi chan hyung. beni anlamıştı sanki. 

"ne olduğunu hatırlamıyorum hyung en son seninle konuşuyorduk..." dikkatlice konuşuyordum. onun iki dudağının arasından çıkacak olan tek bir kelime bile benim için çok önemliydi.

"evet." dedi beni onaylayarak. "konuşuyorduk. yazdığın şarkı sözlerine baktık." dedi o da bana güven verici bir gülümseme göndererek. konuşmamızın amacını sunmuştu odadakilere. gülümsedim o da devam etti. "sonra sen çalıştığın koreografiyi gösteriyordun bana ve birden bayıldın. apar topar eve getirip doktor çağırdık biz de. açıkçası minho, güçsüz kalmışsın. doktor uzun süredir bir şey demediğinden kaynaklı bir durum olacağını söyledi." onayladım onu.

"doğru hyung. işe o kadar odaklanmıştım ki günlerdir doğru düzgün bir şey yediğim yok." jisungu düşünmeye ve ona yakın olmaya o kadar odaklamıştım ki kendimi yemek yemek aklıma bile gelmemişti. "o gün de tüm gün boyunca yediğim tek şey jisungla kahvenin yanında yediğimiz tatlıydı." dedim bakışlarımı kucağımdaki ellerime indirerek. 

"sağlığına dikkat et ve öğünlerini atlama. bir daha böyle bir şey istemiyorum minho." dedi otoriter bir sesle. "sözleri tamamlayıp yanıma gel daha sonra." dedi ve odadan çıktı. "tamam.." diye mırıldandım arkasından. saatler öncesi yaşanmamış gibi devam edeceğimizi anlamıştım. ama bir yandan da jisung mevzusunu ona anlatarak omuzlarına büyük bir yük yüklediğim için kötü hissediyordum. yeterince sıkıntısı vardı. şimdi ise bir de ben başına dert açmıştım. ki bu dert patlak verdiği an grubun kariyerini etkileyecek büyüklükteydi. o yüzden anlıyordum aslında chan hyungu da. ama o da kendi öğrenmek istemişti ve benim içindeki volkanın patlamasına aslında o neden olmuştu. o yüzden onun omuzlarına yüklediğim yükün bende hissettirdiği suçluluk duygusunu geriye atmaya çalıştım. 

sonra ise bir anda yatağa atlayan changbin ve felix ile dikkatim dağıldı ve ben iç dünyamdan kopup dış dünyayla bağlantı sağladım tekrardan. felix duvar kenarına geçmiş koluma sarılıyordu, başını bir kedi gibi omzuma sürtüyordu. gülümsedim.

"senin kedilerinin hissiyatını veriyor muyum biraz minho hyung?" dedi cümlesinin sonuna doğru gülerken. onu mırıltılarla onaylayarak başını okşadım. sonra ise sol omzumda beni çökertecek derecede bir ağırlık hissettim. changbin adeta felix taklit edercesine başımı omzuma sürtüyordu. anlamaz bakışlarla izliyordum onu. ağzını açtığı an felixin cümlesini de taklit edeceğini anladım.

limbo Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin