HAN JİSUNGTAN
çok değer verdiğin birini kaybetmek ne demekti?
hayatının büyük bir parçasını kapsayan birinin avuçlarının arasından kayıp gitme olasılığı ne demekti peki?
bana göre bu, hayatının büyük bir kısmını kaybetmek demekti.
bu benim en büyük korkumdu.
henüz dile getirdiğim en büyük korkularımdan biri tek bir çığlıkta toplanmıştı. jeonginin çığlığı. minhonun kendine zarar verme olasılığı. ve benim onu kaybetme olasılığım. tüm bunlar zihnimi istila ettiğinde kalakalmış gibi hissediyordum fakat kendimi bulduğum yer minhonun yanıydı.
odadan nasıl fırlamıştım, minhonun yanına nasıl gelmiştim, jeongin ve felix nerdelerdi? tüm bunlardan bihaber minhonun ayak ucunda, hala cam parçalarının olduğu yere dizlerimin üzerine çökmüştüm. dizlerime batan cam parçalarını umursamadan kolları arasına aldığı başına uzanıp hala elinde tuttuğu cam parçasını bırakması için yalvarıyordum. yalvarıyordum fakat beni duyduğundan emin değildim. hala bağıra bağıra ağlıyordu. beni duymuyordu, belki de anlamıyordu. çünkü dilimin ucundan kopan hıçkırıklar sözcüklerimi anlaşılmaz kılıyordu.
bir kaç defa bulduğum güçle eline uzanmış ve cam parçasını tutup almaya çalışmıştım. öyle sıkı tutuyordu ki avucunun içinde, almama izin vermiyordu. sımsıkı tuttuğu için cam parçası elini kesmişti. kan, avucundan koluna doğru bir yol çiziyordu.
çok fazla kan olmuştu. çok fazla.
çok fazla ağlıyorduk.
ve o asla konuşmuyordu.
benim yüzümden olmuştu. yeterince kötüydü ve ben onun kalbini kırmıştım.
darmadağınıktık ve şuan bizi toparlayacak birine ihtiyacımız vardı. bizim, chan hyunga ihtiyacımız vardı.
delirmişcesine bağırdım. "chan hyungu arayın!" ardından hıçkırıklarımı izin verdiği şekilde bir kaç defa yutkundum. sesimi bulduğumda yeniden konuşmaya başladım.
"minho, minho yalvarırım elindekini bırak. yarana bakayım." yutkundum. "yalvarırım." olduğum yerde çırpınıyordum. camlar dizlerimi daha çok acıtıyordu. umursamıyordum.
"buna ihtiyacım vardı." dedi minho. duyduğum üç sözcük kalbime bıçak saplamıştı sanki. "yemin ediyorum amacım sandığın gibi değil." hıçkırıkları büyük harflerle dökülüyordu dudaklarından. "jisung." dedi, acıyla. "yemin ederim göründüğü gibi değil." hala kendini açıklamaya çalışması canımı yaktı. başını kolları arasından kaldırıp ona oldukça yakın olan yüzüme baktı. "o kadar acıyordu ki," dedi başını kolları arasında daha çok sıkıştırarak. "çıldıracak gibi hissediyordum." nefes nefese kalmıştı yüzüme bakarken. ikimiz de nefes nefeseydik. "benim.. fiziksel... bir acıya... ihtiyacım... vardı." dedi. "yemin ederim, ölmek istemedim. seni seviyorken ben ölmek isteyemem.." alnını yavaşça alnıma değdirip geri çekti.
halbuki ben o sevginin bizi bu hale getirdiğini biliyordum. bu sevgi onu öldürüyordu zaten. ikimizde biliyorduk bunu fakat dile getiremiyorduk.
"tamam. tamam." derin bir nefes almaya çalışarak elimi, eline doğru uzattım. "cam parçasını bana ver artık."
bedenim baştan ayağa titriyordu. ellerim güçlükle bileğine tutundu.
"ellerin titriyor. yine benim yüzümden."
"hayır hayır." dedim başımı iki yana sallayarak. bir elimi yanağına yasladım, anında kapattı gözlerini. kalbimden sıcak bir sıvı aktı sanki bu görüntüyle. "benim" yutkundum güçle. yumru yerli yerindeydi. "benim yüzümden, kalbini kırdım. özür dilerim." yaşlarım göz pınarlarımdan sicim gibi yağmaya devam ederken tekrar yalvardım ona. "minho lütfen. elini aç sadece." avucunu açtı. cam parçası yere düştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
limbo
Fanfictionkarmakarışığım ve hiçbir şeyin farkında olmaman üzücü. 🎼"..sana söyleyemediğim tek bir kelimeyle değişeceğini biliyorum..."🎼 -limbo