Gece yarısına doğru neredeyse kapanmakta olan barın kapısından içeriye doğru adımını atmıştı. Mekan gözlerden uzak bir yerde, kendi halinde, sakinliği ve dostane sohbetleriyle kısaca belli bir kitlenin düzenli olarak kendini deşarj etmesini sağlayan bir yerdi. Umut da bu mekan için diğerleriyle aynı hisleri paylaşıyordu. Çok geçmeden o ve arkadaşları da oranın daimi müşterilerinden olmuştu.
Her zaman olduğu gibi bir akşam o çekilmez yokuşun başından sonuna kadar yürüyüp sanki o güne inatla neredeyse hiç çalışmayacak sokak lambalarının olduğu sokaklardan geçip bara gelmişti. Umut bedensel yorgunluğunu hiç dert etmiyordu belki ter kan içerisindeydi belki kalbi patlayacak gibi çarpıyordu ama bunları göremeyecek kadar başka sıkıntılar içerisindeydi çünkü Umut'u bedeni yormasa bile kafasının içindeki düşünceleri düzenli olarak güçten düşürüyordu.
İçeri girer girmez hızlı adımlarla üst kata, onu bekleyen arkadaşlarının yanına çıktı. İki masanın zar zor sığdığı buna rağmen koca bir salonu aydınlatacak kadar parlak lambalarla donatılan katın batısındaki cam kenarı olan masaya, arkadaşların olduğu tarafa doğru yöneldi. Celal ve Adem'e selam verip arkasına pencereyi alacak şekilde oturdu. Odanın aydınlığı ve arkasında aldığı sokağın karanlığı arasında adeta bir köprü görevi görüyordu hatta kendisi de bunu rol ve yük ediniyordu.
Rahatça oturup çoğu zaman yaptığı gibi bazen boş bazen dolu uzaklara dalmasına ve bir nebze de olsa o kafasındaki dönencelere aynı sevgi bekleyen bir hayvancasına zaman ayırmaya fırsat bulamadan Celal konuşmaya başladı. "Buradan çıkınca beraber tantuni yemeye gidelim oradan da benim eve geçer oyun oynarız sabaha kadar takılırız." dedi ve diğerlerine döndü. Umut onaylayıcı bir biçimde kafasını salladı fakat Adem'den ses çıkmıyordu.
Adem'in kendine has parlamaları, ne zaman ortaya çıkacağı bilinmeyen bir enerjisi vardı. Celal hararetle bir konudan başka konuya geçiyor, adeta arkadaşlarına bütün gece tek kişilik stand-up gösterisi yapmaya çalışıyordu. Onda ki bu çaba eğer dolu bir amaç uğruna olsaydı şuan da tedavisi olmayan hastalıklara çözüm bulabilirdi.
Gecenin ilerleyen saatlerinde herkes hafiften kendinden geçmeye başlamış, Celal yaptığı gösterinin ardından kendisine ödül mahiyetinde bir köşeye sinme izni vermişken Adem ve Umut sohbetlerine devam ediyordu. Adem yavaşça sohbetin en başından beri yüzüne takındığı zoraki gülümsemesini ufakça bozarak Umut'a içini dökmeye başladı. Umut bir o kadar dert dinlemekten yada dertlerini dökmekten haz etmese de Adem'e karşı ayrı bir sempatisi duyardı ve onun dertlerini kendi derdiymişcesine dinler ve dertlenirdi. Onun için elinden gelen her şeyi yapardı fakat bazen fazla kaptırıp bunalımlara girerek durumu kendi aleyhine çevirirdi. Bu aslında Umut'un en sakındığı özelliklerinden birisiydi, başkasının dertlerini kendi derdiymiş gibi yüklenir onların altında kalamayacağı kadar altında kalırdı sanki dünyanın tüm yükünü sırtlayabilecek gibi duracağı, durması gereken yeri bilmezdi. Onu diğer insanlardan ayıran fevkalade empati yeteneği ona hep kendi sonunu getirteceğini düşündürürdü.
Artık kalkma vakti gelmişti ve Umut ikisinin de kollarının altına girerek bar kapısından dışarıya kadar çıkmalarına yardımcı oldu. Onlar biraz hava alırken içeri geçip hesabı ödemek için kasaya doğru yöneldi ve o sırada yan masada arkadaşlarıyla oturan İdil'i gördü. İdil aslında hiç de yabancı biri değildi; Umut'un bir arkadaşı yada duygusal çekim duyduğu birisi hiç değildi, İdil bunların çok ötesinde bir şeydi. Dost tabiri yanında az kalırdı ki eğer dostluğun da bir ötesine bir isim verilecek olsa bu İdil olurdu. İdil'in tek istediği Umut'u her defasında daha mutlu ve daha umutlu görmekti.
İdil Umut'un en umutsuz kaldığı zamanlarda kurtuluş anahtarıydı. Onu koşulsuz şartsız şekilde yalnız bırakmamaya yemin etmişti sanki ama neden Umut onunla bu kadar vakit geçirmiyordu? Sanırım bunu ikisi de bilmiyordu. İdil'de anaç duyguların yoğunluğu ve Umut üzerinde bir sorumluluğu olduğu hissiyatı vardı ama Umut ise tam tersine hiçbir şey hissetmiyordu, İdil olsa da olmasa da olur diye düşünüyordu ki bunun yine kendisini manipüle etme çabası olduğunun da farkındaydı ama ne yapsın İdil'e o kadar alışmıştı, onu öyle bir yaslanacak duvar kabullenmişti ki onsuzluğu kaldıramayacak bir durumda düşeceği çaresizliği kendine yediremiyor, onsuzluk olan her ihtimale karşı kendini manipüle etmeye çalışıyordu.
İdil kafasını çevirip Umut'u gördüğünde gözlerinin içi parladı ve hemen kalkıp sarıldı. Umut belki de İdil'i gördüğüne İdil'in onu görmesinden daha çok seviniyordu ama İdil daha dışa vuruk bir insan olduğu için çevreden birisi baktığında Umut'u hayalet görmüş gibi İdil'in ise hayatının aşkını bulmuş gibi gözüktüğünü söyleyebilirdi. İdil her zaman olduğu gibi ilk konuşmaya girdi.
"Görüyorsun oturduğumu bir gelip selam vermiyorsun yazıklar olsun" dedi şakacı bir şekilde. Umut telaşlanıp özürler dilemeye başladı fakat İdil hemen onu durdurup "Yahu şaka yapıyorum canım sakin ol" dedi ve "Nasılsın, ne yapıyorsun, tek misin?" diye sordu. "İyiyim, harikayım ve genel olarak soruyorsan evet hayatımda hala birisi yok ama bugünden bahsediyorsan maalesef Celal ve Adem var dışarıda, onları eve götürme işi de bana kaldı" diye cevap verdi Umut. İdil gülümseyerek "ikisine de selam söyle canım fazla tutmayayım seni" dedi ve ekledi. "Bende arkadaşların yanına geçeyim, zaten yarın haberleşeceğiz psikolog randevun var." Umut gülümsedi ve "Tamam o zaman yarın haberleşelim" dedi ve bardan çıktı.
İşte İdil böyle birisiydi. Çok geniş bir sosyal çevresi olan fakat bütün bunların yanında da Umut'un özel asistanı gibi ne yapacağı ne yapmayacağını aklında tutan birisiydi. Daha önce söylediğim gibi onda Umut'un, Umut'da da onun yeri ayrıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Belki Bir Umut
General FictionBu bir o kadar sıkıcı bir o kadar içine çeken hikaye sıradan bir hayata sahip fakat işleri kendi boyutuna evriltmeyi seven, kendi dokunuşlarını yapmaktan çekinmeyen ve bazen ise dokunuş yapmaktan sonuna kadar çekinen Umut'u anlatıyor.