Değerli Ziyafet

47 18 6
                                    

Koltukta uzanmış tavana bakarken kendi elleriyle hazırlayacağı ve konuklarına yaşatacağı ziyafeti hayal eden Celal, her zaman olduğu gibi fiiliyata geçmesi gerektiğini zoraki hatırlayıp, zamanın hızla geçtiğini de fark edince, sırayla herkesi arayıp akşam yemeğine davet etmeye başladı. Bu yemeği organize edeceği için biraz gergindi çünkü bütün arkadaşları gelecekti, ama gergin olsa bile bu ziyafeti organize etmekte hiç tereddüt etmeyecekti hatta mükemmeliyetçi yapısıyla bu işin de üstesinden gelecekti. 

Celal bir işe başlarsa o işi bitirirdi, onda bulunan en değerli özelliklerinden biri de bu bitiriciliğiydi, ama bu özelliğini pek kullandığını da söyleyemeyiz çünkü çoğu zaman bir işe başlamamayı tercih ederdi. Ailesi de zengin olduğu için bir işte çalışmak gibi dertleri de olmuyor, kendi halinde ikinci üniversitesini okumaya devam ediyordu.

Celal sırayla aramalarına başladı ve sıra Umut'a geldiğinde telefonu İdil açıp, önce otobüste olduklarını, Umut'un uyuduğunu ve akşamki ziyafete katılacaklarını Celal'e iletti. Bu haberi alan Celal çok sevindi çünkü Umut'u her zaman ikna edemiyordu ama İdil orada olunca ve onun da Umut'u bir şekilde ikna edebildiğini bildiği için şaşkınlığı ile karışık bir gülümseme yüzüne oturdu.

İdil zaten yorucu bir günü atlatan Umut için bunun güzel bir etkinlik olacağını düşünmüştü. İnecekleri yere gelmeden birkaç durak öncesinde Umut'u uyandırıp bu plandan ve herkesin katılacağından bahsetti. Orada bulunan herkes Umut'un çok yakın arkadaşları olsa bile hepsini bir arada görmenin daha doğrusu o kadar insanla aynı anda aynı ortamda bulunma fikri Umut'u germişti ama İdil'i de kıramayacağı için ve bir elin beş parmağını geçmeyecek "Hadi bir deneyeyim" düşüncesinin de kendisine nükte etmesiyle kabul etti ve beraber Celal'in evinin yolunu tutmaya başladılar.

Celal'in evine varıp zili çaldıklarında kapıyı saçı başı dağınık, elleri hafif hamurlu, üstünde mutfak önlüğü geçirmiş ama bir şekilde seksapalitesinden hiç ödün vermeyen birisi açtı. Bu kişi Celal'in kendisinden başkası değildi, o gamzeli gülümsemesi ve sevecen yaklaşımıyla kocaman bir "Hoşgeldiniz" dedi ve içeri buyur etti. Umut ve İdil içeri girip az etrafı dolaştıktan, Umut gizlice Celal'in ne pişirdiğine baktıktan sonra beraber arka bahçeye çıktılar. 

Evin arka bahçesi geniş, ferah ve dümdüz bir zemin üzerine bolca çim ile kaplıydı, etrafa da gelişi güzel piknik masalarından konulmuştu. Tam da barbekü için biçilmiş kaftan olan Amerikanvari bir bahçeydi. Celal onlara içecek bir şeyler ayarlayıp mutfaktaki işleriyle ilgilenmek için içeriye geçip Umut ve İdil'i baş başa bırakmıştı. 

Önce biraz etrafa bakmaya başladılar, Umut İdil'e göre o kadar konuşkan sayılmazdı fakat arada bir ağzı laf yapardı. İdil söze girmeye Umut da İdil'in söze girmesine hazırlanıyordu bu aralarındaki mükemmel dengenin bir koşulu gibiydi.  

İdil söze girerek "Ne kadar güzel bir bahçe, şuradaki cüce heykellerine baksana bahçeye renk katıyor" dedi. 

Umut kafasını heykellere çevirip gülümseyerek "gerçekten de öyle, ama şunlardan bir tanesi kaç paradır, hem ne gerek var ki boş israf yani, ama olsun güzel durmuş" dedi.

İdil kinayeli bir şekilde gülerek "Toz kondurmadan bir işi taktir etsen olmaz zaten" dedi.

Bu cümleden hafif rahatsız olan Umut "Ben hak edene hak ettiği şekilde davranırım, iyiye iyi, kötüye kötü derim. Benim yapım böyle canım" diyerek cevapla karışık İdil'e çıkıştı.

İdil böyle bir tepki vermesini beklemiyordu sadece gülüp geçmek istemişti, fakat Umut böyle agresif davranınca cevap verme gereksinimi duydu, ve "Keşke biraz esnek davransan bazı konularda, insanları aşırı yargılıyorsun bu yüzden insanlar sana yaklaşmakta çekiniyorlar, sana cephe alıyorlar. Daha nereye kadar böyle devam edeceksin" dedi sert bir şekilde.

Ortamın iyice gerilmesinden ikisi de haz almıyordu fakat Umut biraz daha gergin olmaya alışkındı ve İdil'in de daha kırılgan olabileceğinin farkındaydı, ama o an İdil'den gelen bu cümleler üzerine Umut çok gerilmiş ve sanki İdil'in uzun zamandır bunları içinde tutuyor, aslında kendisiyle zaman geçirmekten nefret ediyor ve kendisini bir sebepten kullanıyor gibi kafasında saniyeler içinde bir algı oluşturuyordu. Çünkü insanların çıkar ilişkisi olmaksızın dostluk kurabileceği tabusunu da çok önceden İdil yıkmıştı, fakat bugün yaşadıkları yoğun şeylerin de üzerine bir de bu gerginlik baş gösterince, anlık bir eskiye dönmesi kaçınılmazdı.

"Aslında sende, başkaları gibi içten içe beni hiç umursamıyor, değer vermiyorsun."

Bu sözler Umut'un iki dudağının arasından bir mermi gibi çıkmış ve İdil'i kalbinden vurmuştu. Önce yüzündeki şaşkınlıkla kala kalan İdil, kısa bir süre tepki veremedi ve kim bilir o an içinde ne kadar yoğun duygular yaşıyordu. Bir süre sonra da, bir volkanın patlayıp etrafa lav püskürtüşünü nasıl hayretle seyredebilirsek, aynı hayretle İdil'in içini döküşünü seyredecektik.

Umut normalde düşünmeden ağzından kelimeleri dökmezdi, bu sözleri söyledikten sonra İdil'in şaşkınlığını paylaşmaya ve kendisinden tiksinmeye başladı. İdil'den gelecek sözlerden tanrının terazisine ayak basmış gibi korkmaya başladı.

İdil kafasını birazcık öne eğdi, ağlıyor ama hiç sesini çıkartmıyordu, sadece ufak bir hırıltı geliyordu kulaklara. İdil kafasını kaldırdığında Umut'un ilk gördüğü kıpkırmızı sular içinde gözler oldu. O kadar kızarmıştı ki gözleri, Umut kendisini kocaman orduların savaşlar yaptığı kan kırmızısı bir nehirde, akıntıya kapılmış, sürükleniyor gibi hissetti. Nefesi kesilmişti. Bunun sorumlusu olduğunu bilmek ve bu anı geriye alamayacağının farkında olmak onu her saniye kahrediyor, içinde ateşi yeni sönmüş bir odun parçası varmış gibi, hem içini yakıyor, hem de odundan yayılan duman kendisini zehirliyordu. Suçlayacak birisini aramaya bile başvuramıyor, bunun tek sorumlusunun kendisi olduğunu biliyordu. 

Umut nefesini tutmuş, İdil'in söyleyeceklerine hazırlanmaya çalışıyorken, ilk cümlesinde paramparça olup, yıkılıp kalmıştı.

"Bugün benim doğum günümdü."

İdil Umut'u o kadar koşulsuz seviyor, o kadar koşulsuz destekliyordu ki, onun kendi değer verdiği şeylere dikkat edip etmemesini pek önemsemiyordu. Fakat madem Umut içindekini söylemiş, İdil'de bu içinde tuttuğunu atmak istemişti, ve böyle bir cümle ile sözüne başlamıştı.

"..Ve sen bunun farkında bile değilsin, başkalarıyla kutlayabilirdim, ailemle kutlayabilirdim hatta yalnız bile kutlayabilirdim ama ben senle geçirmek istedim bu günü, kendime göre özel günüm olan bu günde senin dertlerini çözmeyi istedim, seni daha mutlu etmek istedim, mutluluğunla mutlu olmak istedim." diye devam etti sözlerine. Umut donakalmıştı, vücudu kitlenmiş, dudakları düğümlenmişti, cevap veremedi. 

İdil Umut'un iki dudağının arasına bakıyor bir şeyler demesini bekliyordu, belki bir özür, belki bir karşılık, ama hiçbir karşılık gelmeyince Umut'dan, kalktığı gibi içeri geçip kendini lavaboya kitledi. Nasıl hissettiğini tam anlamıyla çözemiyordu acaba rezil mi olmuş muydu yoksa rahatlamış mıydı, acaba Umut'u orada yalnız bırakarak iyi mi yapmıştı yoksa onu yalnız bırakmamalı mıydı? 

Yine kendisini düşünürken bile Umut'a çıkıyordu düşünceleri, aynı Sokrates'in bilgeliği ararken sürekli hiçbir şey bilmediği gerçeğine varışı gibi. Belki de Umut da İdil'in gerçeğiydi. 

Bunu fark ettiği an kısık sesle güldü kendisine, acizliğine. Neden bilmiyor ama Umut olmadan yapamıyor oluşu, böyle hissedişi sanki onun içindeki yıkılmaz bir tabuydu.

Bu sırada Umut hala aynı yerinde hiç kımıldamadan karşısındaki, İdil oturuyorken göremediği yemyeşil doğayı seyrediyordu. Dışardan bakan biri bunu söyleyebilirdi, ama aslında Umut görmüyordu, çünkü gözlerini İdil'in o kan dolu gözlerinde bırakmıştı ve zihninde o anı yeniden oynatıp duruyordu...


PART 2 YAKINDA, UMARIM KEYİF ALMIŞ VE GÖZYAŞLARINIZA HAKİM OLMUŞSUNUZDUR.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jan 31, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Belki Bir UmutHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin