on üçüncü sayfa | gök gürültüsüyle gelen sıkıntı

57 6 68
                                    

"Bu saate ders koyan hocanın aklına ve fikrine sıçayım." diyerek uyandı Felix. Alarmını kapatırken onunla aynı odada olan Minho da dış etkenler sayesinde ayılmıştı. Dağınık saçları gözünün önüne geliyor, şişmiş yanakları gözlerini kısıyordu. Yalnızca kafasını kaldırıp -çünkü üstünde bir şey yoktu ve üşüyecekti- yatağından doğrulan Felix'e baktı.

"Ben, sen olsaydım yaşayamazdım." dedi ve kafasını tekrar yastığına gömdü.

"Sağol. Ben de yaşamıyorum zaten."

Banyoyu ziyaret ettikten sonra dünden hazırladığı giysilerini giyip çantasındakileri kontrol etti ve anahtarlarını alıp evden çıktı. Lenore'un da dediği gibi, Chan uyurken derse gidiyordu Felix. Hocası yarı zamanlı çalışanlar işlerine yetişebilsin diye onları erkenden derse çağırıyordu ve iki üç saatin ardından bırakıyordu. Genç adam okula ulaştığında pratik odasında yalnızca iki kişi vardı: Chaeryeong ve Ryujin. Felix onları selamladıktan sonra soyunma odasına geçti ve dans ederken giydiklerini üzerine geçirdi. Geri döndüğünde Raemi de nefes nefese kalmış bir halde yerde oturuyordu.

"Raemi-sshi," diye çağırdı kalın sesli çocuk. Raemi ve diğer kızların kafası ona döndü. "Saçlarını mı boyadın?" Raemi kıkırdadı ve atkısını çıkarıp çantasına koyarken başıyla onayladı.

"Bir ton açtırdım. Kötü görünmüyor, değil mi?"

"Hayır! Çok yakışmış." dedi ve gülümsedi Felix. Chaeryeong ve Ryujin de, o gelmeden önce Raemi ile saçı hakkında konuşuyorlardı. Raemi'nin saçı açık kahverengi olmuştu, eskiden ise daha koyuydu. Bu renk kızın görünüşünü biraz daha yumuşatırken yuvarlak yüz hattını öne çıkarıyor, kızı yaklaşılabilir gösteriyordu. Birkaç dakika sonra sınıf tamamlanmıştı, hoca da geldiğinde önce biraz konuştular ve ardından derse geçtiler.

Felix'in dersi bittiğinde Lenore yeni uyanmıştı. Kalkıp hazırlanırken Mandu da onun peşinde dolanıyor, sanki geç kalması için ayağının altından bilerek ayrılmıyordu. Genç kız telefonuna gelen bildirimlere, Felix'in yazdıklarına bakamamıştı bile çünkü yetişememekten korkuyordu. Ortak derslerine giren gereğinden fazla yaşlı olan hocasının gözüne batmaya gerek yoktu. Ayrıca istediği yere başkaları oturunca gıcık oluyordu Lenore, geç kalmaya meyilli bünyesini güçlendirmeliydi bu yüzden.

Kapı çaldığında Lenore olduğu yerde kaldı. Kapı dürbününden kim olduğuna bakmaya giderken de Mandu yanındaydı. "Umarım komşu falan değildir, geri çevirmekle uğraşamam." diye düşündü ve tam aksine, gördüğü kişiyle yüzü aydınlandı. Kaçmasın diye Mandu'yu kucağına alıp kapıyı açtığında, "My bro Lenore!" diye seslenen Jisung ile yüz yüze geldi. Lenore o sırada, Jisung ne sebeple gelirse gelsin, okula gitmemek için bir bahane üretmeyi ve onunla oturmayı düşündü.

"Günaydın." dedi Lenore onu içeri alırken. Jisung kızın kapıyı açacağından o kadar emindi ki, bağcıklarını zile basmadan önce çözmüştü. Hemen eve daldı ve koltuğa oturdu. Lenore o sırada üstündeki kazak ile altındaki pijamanın ne kadar uyumsuz durduğunu fark edip "Hayırdır, bu saatte neden geldin?" diye sordu odasına giderken.

"Çıkarken anahtarlarımı almamışım." dedi ve sırıttı Jisung, hızlıca kalkıp mutfağa ilerledi. Su kaynatmak için ısıtıcının düğmesine bastıktan sonra Lenore'un kupaları içinde en sevdiğini (her gelişinde onu kullandığı için sahiplenmiş gibiydi zaten) çıkarıp içine poşet bitki çayı koydu. Tezgaha yaslanırken Lenore'u dinliyordu.

"Ya ben de evde olmasaydım, ne yapacaktın?"

"Evde olduğunu biliyorum ki. Bugün dersin öğlen başlamıyor mu?" Kız onu onayladığında devam etti. "Erken gideceğini söylesen de en geç yirmi dakika kala evden çıkmış oluyorsun. Kaçırmama imkan yoktu."

sunflowers still grow at night | han jisungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin