1.9

245 38 21
                                    

Buz kesmiş kolunu oynatırken varlığını damarlarında acı bir şekilde belli eden kablolar hafifçe sallanmış ve tiz bir sesin içinde bulunduğu cam fanusun saydam duvarlarında yankılanmasını sağlamıştı. Tik tak, tik tak.. Gözlerini diktiği saatten normal bir insana bile ses gelmezken o bütün hücreleriyle hissediyordu sesi.

Yerden birkaç metre yüksekte canını acıtan kablolarla asılı haldeydi hâlâ; tıpkı birkaç haftadır olduğu gibi. Mavi ve belirgin damarlar ayaklarından yüzüne kadar uzanıyor her geçen gün onu daha da zehirleyen enjekte maddelere ev sahipliği yapıyordu.

Nasıl nefes aldığını bilmiyordu, sol tarafındaki o boşluk yakıyordu canını. Sanki kalbini sökmüşlerdi de yuvasından ayrılan bir kuş gibi hapsetmişlerdi.

Ya yuvası ne haldeydi şimdi? Onun canı daha çok yanıyordu, hissedebiliyordu onu. Çaldıkları yıllarını daha telafi edememişken tekrar ayırmışlardı birbirlerinden. Biliyordu; nasıl koparıldıklarını da, ne kadar acı çektiklerini de hatırlıyordu.

Birlikte oldukları gece kasığının hemen üstündeki doğum lekesi belki de anılarının bir bir dolmasını sağlamıştı. İlk kar yağdığında dışarı çıktıkları vakit Hyunjin'in yüzüne baktığında gördüğü şey uzun siyah saçları olan ve yaşlı gözleriyle karşısında duran küçük bir çocuktu. Bu yüzden ağlamıştı o an. Hyunjin'in kendisini sevdiğini söylerken ilk defa söylediğini ve söylemekte zorlandığını fark ederken de o savunmasız çocuğu görmüştü.

Hyunjin'den çok önce fark etmiş fakat sesini çıkaramamıştı. Hatırlamıyor oluşunu duymaktan korkmuştu çünkü. Belki hâlâ öyleydi, sevdiği çocuk hatırlamıyordu belki ama artık hiçbir anlamı olmadığını da biliyordu. Sadece son bir kez dahi olsa ona sıkıca sarılıp kokusunu içine çekmek istiyordu.

Gözleri onu birkaç metre uzaktan izleyen adamı buldu ve adam anında çekti bakışlarını. O inatla gözlerini ondan çekmezken içeri takım elbiseli iki kişi girmiş ve adamın yanında durup kulağına bir şeyler fısıldamıştı.

Chan onları ses hassasiyeti yüzünden duyabiliyordu fakat kelimeleri ayırt edemiyordu. Gözleri kayıp kapanan bilinci onu tekrar yarı yolda bıraktığında siyah saçlı küçük çocuğun beliren suretine gülümsedi yavaşça.

––

Öte yandan planın ana konusu olan takip cihazını ilaç kutusunun içine sorunsuzca yerleştiren Changbin derin bir nefes vermiş gözleri bilgisayar ekranında dolaşan Hyunjin'in yanına oturmuştu.

Bulundukları konumun tam adresine kadar her şeyi öğrenip cihazı etkisiz hale getirmişti. "Sadece iki saat," diye konuştu. "İki saat sonra orada olacağım."

"Orada olacağız, demek istedin herhalde."

"Bunu konuştuk, Minho. Bana hiçbir şey yapamaz ama sizi tehlikeye atamam."

"Hayır." dedi hemen Seungmin. "Seni asla bırakmam. Gerekirse biraz uzakta bekleriz."

Hyunjin onların kararlı ve inatçı hallerini bildiği için sesini çıkarmadı. Yalnızca çok uzakta beklerlerse kabul edecekti. Chan'i de alıp hep beraber döneceklerdi, biliyordu.

Yerinde zar zor durabildiği iki saatin sonunda yola koyuldular. Changbin arabayı sürerken Hyunjin onun yanında diğerleri de arkaya oturmuşlardı. Jeongin ve Jisung'a da haber vermişlerdi, hemen arkadaki arabada takip ediyorlardı onları.

Kalbi güm güm atarken planının tam ve sorunsuz işlemesi için dua ediyordu içinden.

Nihayet ulaştıklarında hepsine uzakta kalmaları için uyarıda bulunmuş elinde sıkıca tuttuğu zarf çantayla inmişti arabadan. İçindeki silahı her an kullanmak zorunda kalabilirdi. Derin bir nefesi içine çekip dışarıdan şirket binası gibi görünen fakat içinde garip olayların döndüğü yere doğru yürümeye başlamıştı.

Kapıdan içeri girdiğinde onu gören korumalar bile onu engellemek adına hiçbir şey yapmamıştı. Başka bir şey vardı, elbette farkındaydı. Buraya Jun'un onu bir nevi davet etmesiyle gelmişti zaten. Bu yüzden korkmadı ve sağlam attı her bir adımını.

Yukarı çıkmak için kullandığı asansörden inip etrafına bakındı. "Koridorun sonunda, soldaki ikinci kapı." Kendi kendine fısıldarken koridorun sonuna ulaşmış ve sola dönmüştü. İkinci kapıyı arayan gözleri sonunda aradığını bulduğunda yutkunup kapının önünde durdu. Hiç beklemeden içeri girmiş ve gözleri direkt olarak büyük odanın tam ortasında bulunan cam fanusu bulmuştu.

Adımları savsakça fanusun önünde durmuş ve onun adını fısıldamıştı günler sonra. "Chan." Yavaşça açılan kızıl saçlının gözleri kendisini bulduğunda sadece gülümsemişti. Her zamanki gibi halüsinasyon gördüğünü sanıyordu. Fakat Hyunjin ellerini camlara vurmuş ve bu sesleri her bir hücresinde hisseden Chan acıyla bağırıp gözlerini sonuna kadar açmıştı.

Buradaydı, Hyunjin gelmişti.

"Hoşgeldin, biz de seni bekliyorduk."

İğrenç bir ses kulaklarına dolarken hızla arkasına döndü Hyunjin. "Çıkart onu oradan!"

Jun ufak bir baş selamı verip Hyunjin'in önünde eğilmiş ve adamlarına bakıp "Duydunuz, çıkartın onu." demişti.

"Ama efendim-"

"Çıkartın dedim!"

Bu tepkiye şaşırdı Hyunjin. Arkasındaki dev fanusa doğru bir adım geriye gitmiş ve Jun'un garip hareketlerinden ne düşündüğünü kestirmeye çalışmıştı. Birkaç kişi Chan'i kablolardan kurtarıp dikkatle fanusun içinden çıkartmış ve kollarından tutup Hyunjin'in tam yanına bırakmışlardı.

Hyunjin dizleri üzerine eğilip hızlıca sarılmıştı ona. Gözlerinden yaşlar süzülüyor kulağına birkaç özlem cümlesi fısıldıyordu. "Seni yeniden buldum." demişti hıçkırıklarının arasında.

Buz gibi vücudu onun kolları arasında sıcacık olurken kollarını daha sıkı sardı Chan. "Hatırlıyorsun.." Fısıltısını sadece Hyunjin duyabilirdi ve de duymuştu. Kafasını salladı onu onaylayarak. "Her bir şeyi hatırlıyorum." demişti ellerini iyice uzayan yumuşak saçlarında gezdirirken. "Bunu sorduğuna göre sen de hatırlıyorsun."

"Onlar bizi ayırmadan önce yılın ilk karını beraber izlerdik sevgilim. Her ilkbahar günlerinde açan bahar çiçeklerini beraber görmeye giderdik. Nasıl hatırlamam ki seni uzun soluklu öptüğüm o günleri?"

Geri çekilip Hyunjin'in yüzünü avuçları arasına almış ve her bir noktaya bastırmıştı dudaklarını. Yetmiyordu, onu ne kadar öpse yetmiyordu.

Sonrasında sessizce "Beni burada bekle ve hareket etme." diyip ayağa kalkmış ve yanı başında duran masanın üzerindeki şırıngayı koluna saplamıştı. Hyunjin bağırsa da engelleyememişti onu. Yüzünü acı içinde buruştururken vücudundaki belirgin mavi damarlar yavaşça kaybolmaya başlamıştı. Elindeki şırınga yere düşmüş ve kafasını kaldırıp öylece kendisine bakan Jun'a bakmıştı.

"Bunu yapacağını biliyordum, evlat." demişti adam gülerek. "Şimdi ben de hayatımda ilk defa doğru bir şey yapacağım." Birbirine bağladığı kollarını açıp bir elini beline götürmüş ve silahını çıkarmıştı.

Hyunjin küfürlerini savurmaya başlarken hızla Chan'in önüne geçmişti fakat garip bir şey olmuştu. Jun silahı onlara doğrultmak yerine kendi kafasına dayamıştı. "Bunların hiçbirini yaşamanı istemezdim. Özür dilerim," Tetiği çekti ve bir yaş aktı sol gözünden. "Oğlum."

Silah patladığında Jun kanlar içinde yere düşmüş ve odada bulunan bütün insanlar kıpkırmızı kesilmiş yüzleriyle kalbini tutmaya başlamıştı. Birkaçı sarsılarak yere düşüp hareketsizce yatarken Hyunjin Chan'e döndü o an.

Gözlerini kırpmadan Jun'un cansız bedenine bakıyordu. Hyunjin şok geçirdiğini anlayıp bedenini hafifçe sarsmış kendine getirmişti.

O ölmüştü.

Bang Jun onlar için kendini ortadan kaldırmıştı.

**

keske daha onceden
akil etseymis 🙄🙏🏻

AY 4K OKUNMAYA
ULASMISIZ AGLIYORUM
bunun serefine bu aksam
bir bolum daha geliyoo

saka ya zaten her turlu part 1
ve part 2 seklinde gelicekti

perfume, hyunchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin