Bir Görkemli Kavuşma

18 3 10
                                    

Üç gün sonrası / Vaha

Serap vakti derdi Meriya bu vakte. Akşam olur, güneş yeryüzünü usul usul terk ederken, ufukta oluşan o harika kızıl renk... Saatlerce izleyebilir, gözleri hayranlıkla ışıldamaya devam edebilirdi fakat öyle hızlı kayıp giderdi ki seraba benzetirdi. Kızıllık yerini hafif karanlığa bırakınca çadıra girdi. Çocukları sıkıntıyla oturuyordu. Üç gündür böylelerdi. Burada ne yapacak işleri, ne de vakit geçirecek dostları vardı. Meriya da yere serili şiltelerden birine, Yaşina’nın yakınına oturdu.
“Annenin adı neydi? “

Yaşina, derin bir uykudan uyanır gibi Meriya’ya baktı. Aniden sorulan soru, kafasında gezen düşünceleri dağıttı. Ne düşündüğünü kendisi de hatırlamıyordu.
“Laizar’dı. “
“Güzel isim, kulağa hoş geliyor. Anlamı ne? “
“Çiçek bahçesi demek bizim orada, benim adım da uzun yaşam demek. Babam da Badennar çoğulluğu ve gücü temsil eder. “
“Oraya geri dönecek misin, hastalık bitince. Başka aileden kimse var mı? “
“Kimsem kalmadı, bütün akrabalarım o köyde, birlikte yaşardık. Hepsi gitti. “
Meriya onu üzdüğünü düşünüp bir süre sustu. Yaşina’nın fiziki olarak perdesi inik çadır kapısına bakan gözleri, ruhani olarak çok uzakları görüyordu.

“Herkesin yaşadığı zorluklar farklı Yaşina. Sen aileni kaybederek yaşıyorsun bu zorluğu, ben ailemi korumaya çalışarak. Kimsenin rahatça ulaştığı mutlu bir hayatı yok. Verdiğimiz emek, harcadığımız çaba ve çektiğimiz sıkıntılar bizi mutluluğa ulaştırır. “

“Bazı insanlar mutlu olamadan ölüyor anne! “

Meriya badem yeşili gözlerini oğluna çevirdi. “Biz öyle olduğunu sanıyor da olabiliriz. Doğduğu günden beri yanında olduğun, her anını bildiğin kaç insan var? Biz hayatımıza dahil olan insanların sadece bizimle geçirdikleri vakitleri biliriz. Belki mutsuz öldüler, peki ya eskiden mutlularsa, onların yaşam sınavı son perdede kapılarını çaldıysa! “

“Bunların hepsi bir ihtimal. “

“Hayat ihtimaller sayesinde heyecanlı. Yarını belli olan yaşamın heyecanı mı kalır. “

“Merak ettiğin olmuyor mu hiç? “

Meriya, kucağında Canka’yla oturan küçük oğluna gülümseyerek baktı. Siyah gözleri iri iri açılmış, annesi ve abisinin konuşmalarını merakla dinliyordu. Omuzlarına inen kumral, düz saçları yüzüne dökülmüştü. Meriya, Mısırlı oğlanların onu imrenerek izleyeceğini biliyordu. Kafasından, acaba saçlarını kazıtsam mı düşüncesi geçerken, “Elbette merak ediyorum ama bu merakımı birilerinden dinleyerek değil yaşayarak gidermek daha eğlenceli. “

Keriba kıkırdadı.
“Babamla tanışacağını önceden bilsen ne olurdu anne? “
Meriya, bir an onu ilk gördüğü âna geri döndü. Kendi fark etmese de yüzünde güneşler doğmuştu.

“Bunu asla bilmek istemezdim. Eğer bilseydim onu görene kadar nasıl dayanırdım. Nasıl katlanırdım onca zamanı onsuz geçirmeye. “

Hafra’nın babasından gelen iri, siyah gözleri hüzünle puslandı. On iki yılı Hatep’siz geçiren bir kadın, onu tanımadan geçirdiği yıllara tahammül edemiyordu. Sahi, nasıl dayanmıştı on iki yıl.


*Dördüncü günün akşamı, vaha. *

Güneş batalı epey vakit geçmişti. Yolcular uyumak için çadırlarına çekilmiş, vahada birkaç askerin mırıldanması ve böceklerin sesi dışında ses yoktu. Hava açık, ay tam halinde gökyüzündeki saltanatını kurmuştu. Hafra, çadırın girişinde, ellerini dizlerine sarmış öylece çölü izliyordu. Ayın ışığında koyu kahverengi görünen kum tepeleri gölgelerini dört bir yana salmıştı. Ayaz çıkmış, hafiften titretiyordu. Gözleri belli bir istikamette, düşünceleri bölük pörçüktü. On iki yılını geçirdiği ülkeden ayrılmış, şimdi çocukluğunun geçtiği, güç bela hatırladığı asıl evine dönmüştü. Ömrü iki yarıdan oluşuyorken nereyi evi belleyecekti bilemiyordu. Annesinin her daim yanında olmasını isterken, babasına saygı duyuyordu. Ona karşı beslediği duygulardan emin değildi. Hâlâ hatıralarındaki o adam mıydı? Çocukken onu atının veya devesinin üstüne alır, birlikte vahaya giderlerdi. Onu ölümden kurtardığı yerde onlarca kez oyun oynamışlardı. Özlem, işte hissettiği tek şey buydu. Çocukluk geri dönmeyecek kadar uzak ve imkansızdı. Merak ediyordu, babasıyla nasıl vakit geçirecek, nasıl sevildiğini hissedecekti?

Dişleri birbirine çarpınca soğuktan titrediğini fark etti. Hastalanmak istemiyordu. Aceleyle ayağa kalkıp çadıra girdi. Soğuğu kesen, deve tüylerinden elde edilen kumaşla kaplanmış çadır sıcaktı. Annesi, iki kızı yanına almış, serdiği şiltenin üzerine yatmışlardı. Akhet ile kendi için hazırlanan yere seğirtti. Akhet çoktan uyumuştu. Ayın şavkı hafifte olsa çadırı aydınlatıyordu. Akhet, ağzı yarı açık, uykunun derin haline girmişti. Onun yanına girip yavaşça uzandı. Uyku yarı ölüm gibiydi. Akhet duymamıştı bile. Üzerine çekti örtüyü, Akhet’in de üzerini örtecek şekilde düzeltti. Gözlerini geceye kapatırken geri kalan üç günün çabuk geçmesini diledi.

Meriya, gözlerini açtığında hâlâ karanlıktı. Bir takım sesler duyuluyordu. Seslerden uyanmış olduğunu varsayarak, çocukları uyandırmamak için usulca yatağından sıyrıldı. Kızların üzerini yeniden örtüp çadırın dışına seğirtti. Birkaç çadır ilerdeki çadırın önünde askerler duruyor, hararetli bir şekilde konuşuyordu. Ayın görünüşüne baktı, daha sabaha çok vardı. Tamamen çadırdan çıkınca bedenine buz parçaları saplanmış gibi titredi. Derhal çadıra geri dönüp üzerine deve derisinden yapılan hırkasını giydi. Bütün bunları askerler saraydan getirmişti. Dışarı yeniden çıktığında gülümsedi. Hatep uzakta olsa da onlar için her şeyi yapıyordu. Askerlerin olduğu yere doğru yürüdü. Bu telaş hiç hayra alamet değil gibiydi. Gidip öğrenecek veya sabahı bekleyecekti ki Meriya sabahı bekleyecek kadar sabırlı değildi.
Meriya’nın geldiğini gören askerlerden birisi diğerlerinden ayrılıp ona yaklaştı. Aralarında iki metreye yakın mesafe kalarak durdu.

“Daha fazla yaklaşmayın Meriya, hastalıktan şüphe ediliyor.”

Meriya için sorulacak soru kalmamıştı. Telaşın nedeni belli olmuştu.
“Kaç kişi? “diyebildi.
“Çadırda yedi kişi var, yakın akrabaları görüşmüş gün içinde. Tam sayı belli değil lâkin az değiller. “
“Hastalarsa eğer...”
“Bilmiyoruz Meriya, Kuhufu’ya haber salınacak. “

Meriya hırkasına sarılıp çadırına yürüdü. Cevap almasına gerek yoktu. Bir kişi hastaysa herkes hastaydı. Çadıra ulaşınca kapıda bekleyen oğluyla burun buruna geldi.
“Anne, neredeydin? “diyen Akhet’in gözleri uykuluydu.
“Oğlum,” diyerek onu çadırın dışına çekti. Hırkasını açıp onu da içine aldı.

“Hastalık gelmiş.”
Akhet’in uykulu gözleri hem soğuk hem de aldığı haberle açıldı.
“Ölecek miyiz! “
Sesi korku doluydu. Handa geçirdikleri günler boyunca kaç kişinin ölümüne tanık olmuştu.
“Bir çare var, fakat bu tamamen sana bağlı oğlum.”
“Ne? “
“Canka’nın birkaç damla gözyaşı hepimizi kurtarır. “

Akhet’in yüreği koynunda uyuyan Canka’yla birlikte gümbürdedi.
“Ya ona bir şey olursa, daha çok küçük. “
“Akhet, biliyorum bu vermesi zor bir karar. Benim için sana olduğundan daha zor. Handayken böyle bir şey istemedim çünkü ölürsek de sadece üçümüz ölürdü. Fakat şimdi ülkemdeki bütün insanlar ölebilir. “

Akhet’in gözleri hüzünle kapandı.
“Ben ölürsem üzülmeyecek misin? “
Meriya’nın gözlerinden birkaç damla yaş süzülüp yanaklarına düştü. “

“Sen ölürsen ne güneş ne de ay eskisi gibi doğar. Ne ben şimdiki Meriya olurum ne de baban. Fakat...”

Daha fazla konuşamadı. Bu yaşta, ondan istediği şey onun için çok zordu.

“Tamam, “dedi Akhet.
“Doğarken bana verilen bir önceliğin öylesine verilmiş olması mümkün değil zaten. Ne yapmam gerekiyor anne? “

Meriya, kollarını açıp oğluna sarılmak istedi fakat Akhet’in geri çekilmesiyle kolları boşlukta kaldı.
“Eğer başarır ve hayatta kalırsam sana sımsıkı sarılacağım anne, fakat şimdi ben vazgeçmeden çabucak halledelim şu işi. “

“Tamam, “dedi Meriya ve cebinden küçük bir şişe çıkardı. Canka’nın bir iki damla gözyaşını buna akıtması lazım. Daha sonra bu gözyaşını içme suyuna katacağız. “

Akhet, tereddüt etmeden şişeyi aldı ve hızla çadırın arka tarafına yöneldi. Canka, bütün konuşulanları işitmişti.

“Sen yaşı küçük ama yüreği cesur bir adamsın. Senin ruhun olmaktan gurur duyuyorum. Korkma sakın! İkimiz de iyi olacağız. “

“Ben de senin nefesin olmaktan gurur duyuyorum ruhum. “

Kapağını açtığı şişeyi Canka’nın gözünün önüne getirdi. Bakışları nefesinin yüzünde, gözünden iki damla yaş arka arkaya süzüldü. Düşen damlalar gecenin karanlığında yıldız gibi parlıyordu. Damlalar şişeyle buluşunca Akhet kapağı kapattı. Canka’nın hafifçe sarsılması dışında herhangi bir sorun yok gibiydi. Dudaklarını Canka’nın başına kondurdu.
“Sen çok güçlü bir ka’sın sevgili ruhum. “

VAHADA BİR HAFTA

Endişeyle geçen günler bir haftanın dolmasıyla yerini heyecana bırakmıştı. Hasta olduğu sanılan kişiler iki günde iyileşmiş, hastalıktan herhangi bir belirti kalmamıştı. Derman Faris, veba dışında bir hastalık geçirdikleri kanısına varınca, bekleyen güruhun ülkeye girmesini engelleyen bir etken de kalmamıştı.
Meriya, Akhet’in iyi oluşuna sevinirken bir yandan da heyecandan eli ayağı titriyordu. Nihayet hasret günleri bitmiş, vuslat vakti gelmişti.

Bu sabah, uyanan her insan sevinçli ve coşkuluydu. Çadırlar, sonradan gelecek olanlar için yerinde bırakılırken insanlar eşyalarını topluyor, kervanın yola çıkmasını bekliyordu. Meriya, Hafra, Keriba, Akhet ve Yaşina da eşyalarını toplayıp, bineklerinin yanında durdular. Toplanan insanların sayısına bakılırsa kervanın uzunluğu buradan Memphis girişine dek uzanacağa benziyordu.
Burayla ilgilenmesi için görevlendirilen Komutan Mirpha, hazır olanlarla birlikte önden gitmeye karar verdi. Bu kadar insan aynı anda yola çıkarsa karışıklık olabilirdi. Yanında duran askerini, Hafra’nın yanına gönderdi. Gözün ailesi olarak komutanın hemen ardından gideceklerdi.
Develere binen aile fertlerinin gözleri, uzakta belli belirsiz seçilen Memphis’in aslan başlı sütunlarına kilitliydi. Biliyorlardı ki onları orada, özlemle bekleyen bir adam vardı.

MEMPHİS, SARAY

İmhatep Kannaksu, elli dört yıllık yaşamı boyunca bu kadar duyguyu bir arada yaşamamıştı. Zihni ardı ardına soruları, ihtimalleri ve önlemleri aynı anda süzgeçten geçiriyordu. Yüreği çok beklediği vuslatın anbean yaklaşmasıyla kabarıp coşuyordu. Nil Nehri’nin hırçın suları bile yüreğine yetişemezdi. Dün geceden beri gözüne uyku girmemişti. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte sfenkslerin yanına gelip beklemeye başlamıştı. Onu, balkonundan izleyen Raha, sfenksle tek vücut gibi görünen dostuna mutlulukla baktı. Nihayet dostu ailesine kavuşacak, on iki yıldır dinmeyen hasreti sona erecekti. Zaten hiç anlayamamıştı bu hasreti neden çektiğini! Eğer isteseydi oğlu için yer altı evi bile açar, onun hasta olmasına izin vermezdi. Fakat dostu, Göz olmanın inisiyatifini hiçbir zaman kullanmak istememişti. Bazen düşünürdü, Firavun değil de Göz olsa Hatep gibi olabilir miydi emin değildi.

Güneş tüm sıcaklığıyla gökyüzünü ortaladığında uzaktan görünen kervanın gelişi gözlerinde ışıldadı. Nihayet beklenenler geliyordu. Uyuşan ellerini sfenksin gövdesinden ayırdı. Ayakları da uzun süre aynı şekilde durmaktan uyuşmuştu. Bir an düşecek gibi oldu lâkin hemen kendini toparlayıp sfenksin gövdesine yeniden tutundu. Kervan gittikçe yaklaşırken koşmamak için kendini zapt ediyordu. Ayaklarını ileri geri, aşağı yukarı hareket ettirerek uyuşukluğun geçmesini sağladı.
Artık develeri ve binicilerini seçebiliyordu. En önden gelen komutandı. Cüsseli görünüşü şüpheye yer bırakmıyordu. Hemen sağında gelen Hafra’ydı ki güneşin altında siyah giyinen kaç tane Mısırlı olurdu?

Komutanın arkasından gelenleri ise seçmekte zorluk çekiyordu. Kadın olduklarını biliyordu fakat hangisi Meriya, hangisi Keriba’ydı?
Kervan, sonu görünmeyecek şekilde yaklaşırken saray ahalisi avluda toplanmaya başladı. Amon da kalabalıktan uzak bir köşe seçmiş gelenleri izliyordu. Nemesis, merdivenlerin en tepesinde, altın süslemeli büyük kapının sağında, gözlerini kısmış yolcuları izliyordu. Raha, tam şu an onların yanında olmak için can atıyordu fakat balkondan izlemekle yetinmek zorundaydı.

Develer neredeyse gelmişti ki Hatep’in gözleri Meriya’nın gözleriyle buluştu. Buram buram özlemi hissettiren bakışları diğerlerini görmüyordu. Avluya ilk giren komutan oldu. Hafra avluya girmeden deveden inip babasının yanına yürüdü. Diğerleri de onun gibi avluya girmeden deveden inerken Hatep hiçliğin içinde, Meriya’ya yürüdü. Elini uzatıp onu aşağı çağırdı. Tek kelime konuşmasalar bile birbirlerini anlayan çift, Meriya’nın aşağı inmesiyle sarıldı.

Akhet, anne babasını izlerken gözleri bir anlığına sarayın kapısına ve orada durup onu izleyen Nemesis’e kaydı. Simsiyah düz saçları hafifçe esen meltemle dans ediyor gibiydi. Üzerine giydiği beyaz elbiseyle ten rengi arasında neredeyse fark yoktu. Yüreği kuş gibi çırpınırken, güzel prensesin koynundan çıkan bembeyaz ka’sı  Sülün, Akhet’in başının üzerinde dönmeye başladı. Akhet, buraya gelmeden önce annesinin verdiği nasihatleri çoktan unutmuştu. Boynuna asılı kesesinin açıldığını fark etmedi bile. Döne döne dans eden Sülün’e eşlik etmeye başlayan Canka’nın kızıl tüylerini görünce aklı başına geldi ama artık çok geçti. Orada bulunan bütün kalar Canka’nın etrafında toplanmaya başlamıştı bile. Kıptilerin  Amorra diyerek yere kapaklandıkları an Hatep’le Raha’nın bakışları buluştu.

Bundan sonra olacaklar ikisi için de bilinmezlikten ibaretti.




FİRAVUN'UN  GÖZÜ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin