Milattan önce 1983 Mısır /Saqqara
Sarıydı her yer ve parlak. Güneş hiç cimrilik yapmazdı bu beldeye. Her daim ışıklarını ve ısısını cömertçe sunar, dalgalandırırdı çöl denizini. Bir yabancı bu beldeye cehennem diyebilirdi fakat buralılar için cennetten bir köşeydi. Gecenin ayazında titretir, iliklere işlerdi soğuğu ve gündüz geceye inat yakardı. Susuz kalmak en büyük kâbustu canlılara. Yine de severlerdi memleketlerini ve gitmek gibi bir niyetleri hiç olmamıştı.
Sarı sıcağın ortasında, devesinin üzerinde sallanarak yolculuk eden adam da severdi memleketini. Sabahın erken saatinde yola düşmesine rağmen öğle saatine çölde yakalanmıştı. Susadığını hissetti ve devesinin sırtına astığı heybesine uzandı. Kırbasını alıp dudaklarına götürdü.
Su içmek ne güzel bir nimetti. Serinleyen boğazı daha fazlasını istese de kırbayı dudaklarından ayırdı ve gülümsedi.
"Hepsini bitirme nefesim, geliyorum," diyen Kaha'nın berrak sesi zihninde yankılanmıştı.
Yüzünde hınzır bir gülümseyiş yer edinirken, "Beni bırakıp keşfe çıktığın için sana su bırakmama hakkına sahibim ruhum," dedi Hatep.
"Sen öyle bir şey yapmazsın nefesim," diyen Kaha'nın gölgesi Hatep'in üzerine düştü. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı.
"Beni tanıyor olman ne hoş," diyerek torbadan aldığı, topraktan yapılan küçücük kaseyi kırbadan döktüğü suyla doldurdu. Kaha, bedeninin siyahlığına renk katan, uçları sarı kanatlarına eğim katarak aşağı süzüldü ve insanının kucağına indi. Sarı gözlerini Hatep'in siyah gözlerine dikti.
" Sen benim nefesimsim, elbette seni tanıyacağım."
Boğazının altında oluşan kese, boynunu aşağı eğince hafifçe sarktı, beyaz gagasını kasenin içine daldırdı. Kasedeki suyun tamamını bitirene kadar kafasını kaldırmadı.
O suyunu içerken Hatep, çenesindeki bir top sakalı çekiştiriyordu. Sakalı sevmezdi ve sadece bu kadarını bırakırdı. Bazı zamanlar sakalıyla oynadığını fark etmezdi bile. Raha onun bu halini görse kahkaha atabilirdi.
"Sakalınla oynama Hatep," dedi Kaha.
"Yaşlılık kesenden utanma Kaha," dedi Hatep, Kaha'nın çenesinden sarkan keseyi işaret ederek.
Birbirlerine baktılar ve yaramaz çocuklar gibi güldüler.
Birbirlerinin eksiklerini, hatalarını ve yanlış yaptıkları eylemleri kapatırlar, ruh ve nefes işbirliğini mükemmel yürütürlerdi. Tanrı onları bunun için bir etmemiş miydi?
Ka, ruhun bir parçasıydı. Kişi öldükten sonra bile onu dünyada temsil edecek, varlığını havaya, suya ve toprağa unutturmayacaktı. Ruhum derdi Hatep Ka'sına.
Ka için insan nefesti. Yaşamın güzelliğini insanı sayesinde tadar, onun sayesinde dünyanın hoş ışıklarıyla, güzel nimetleriyle tanışırdı. Nefesim derdi Kaha Hatep'e.
Kaha, Hatep'in omzundaki yerini aldığında develeri de yeniden yürümeye başladı. Hatep'in başına sardığı peyke, sıcağı engellemekte pek de iyi iş çıkarmıyordu. Arkasından bağladığı uzun saçları ise boynunu yakıyordu.
"Neyse ki az kaldı," diye mırıldandı.
*peyke: başa sarılan bir tür keten kumaş.
"Az mı, bütün günümüz çölde geçti ve hâlâ bir aşırlık yolumuz var," diyerek burun kıvırdı Kaha.
![](https://img.wattpad.com/cover/177739311-288-k282649.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FİRAVUN'UN GÖZÜ
FantasyŞimdi hatıralar acıtıyor canımı, o geçen koca yıllar yüreğimden aşkını koparıp alamadı. Almasın da ; sen hep bende kal. İmhatep Kannaksu... Onu tanımak için içeri gir.