Mukaddime

256 60 156
                                    




6 Ocak 1998

Anne rahmine düşmemizle başlayan yolculuğumuz toprağa kavuşmamızla son bulurken her yitip giden insanın ardından bir doğum gerçekleştiği söylenirdi. İnsanoğlunun ilk çığlığı ölümle gerçekleşmemişti, insanoğlunun ilk çığlığı doğumla gerçekleşmişti.

Yağmurlu bir günde gök gürültüsünün haykırışlarına kadının derin derin nefesleri ve çığlıkları eşlik ediyordu. Hastane koridorunda yayılan çığlıkları duyan adam daha fazla dayanamadı ve ellerini kahverengi saçlarının arasına aldı, yüzünü yere eğdi. Gözlerini kapadı, bildiği duaları sırasıyla okurken bir haykırış sesi daha duydu. İçi titremişti adamın; endişeliydi, korkuyordu. Zihni düşüncelerinin esiri olmuştu, aklına gelen her kötü ihtimalde gözlerini daha sıkı yumdu; ellerini daha çok sıktı.

Zaman göreliydi o anlarda; kimine göre yavaş kimine göre hızlı adama göre ise durmuştu... Adam usulca ellerini avuçları arasından çekti ve refleks olarak ayağını hafif bir ritimle sallarken kapıya doğru baktı. Eş zamanlı olarak kapı açıldı ve elleri hafif yukarıda duran doktor gülümseyerek adama doğru yaklaştı.

Adam olduğu yerden hızla ona ilerleyen doktora doğru gelirken duymak istediği cevabı içinden tekrarlıyordu.

"Gözünüz aydın, bir kızınız oldu." dedi içten bir şekilde gülümseyerek ve sözlerine devam etti. "Eşinizin de durumu gayet iyi."

Adam gülümsedi sonra kaşlarını çattı ve sordu "Oğlunuz demek istediniz herhalde?"

Doktor başını mahcup bir şekilde olumsuz anlamda iki yana salladı ve "Ultrasonda yanıltmış bizi ufaklık, bir kızınız oldu." dedi.

Bu cümle karşısında şaşırdı adam ama şaşkınlığı kısa bir süre sonra kahkahayla taçlandı. Endişelerinin yersiz olmasına seviniyordu, eşi sağlıklıydı ve bir çocuğu olmuştu.

Gözleri tam açılmamış, elinde eldiveniyle usulca uyuyan kızını kucağına aldı genç adam. Önce yorgun düşmüş eşine gülümseyerek baktı, ardından da kızına.

"Cihan olarak kalsın ismi, öyle bir kız çocuğu olsun ki bu cihana sığmasın." dedi.


GÜNÜMÜZ

Yağmur şiddetini hızla arttırmaya başlamıştı, kapı rüzgarın esiri olmuş bir şekilde ileri geri hareket ediyordu. Omzumdaki beyaz kareli bezi alıp masayı silerken bir yandan da pencereden dışarıyı izliyordum. Kahverengi paltosunu kafasına kadar çekmiş adam yağmurdan korunmaya çalışırken adımlarını hızlandırmıştı. Adam görüş alanımdan hızla çıkarken, küçük kırmızı montlu bir kız çocuğunu ıslanmasın diye şemsiyenin altına çekiştiren genç bir kadın görüşümdeydi. Bir yandan kızını çekiştiriyor bir yandan da omzundaki çocuk çantasını düzeltmek için küçük çaplı hamleler yapıyordu. Okuldan eve gidiyorlardı belli ki, kız çocuğunun ıslanmayı umursamaz tavırlarına su birikintisine zıplaması eşlik ederken annesi olduğunu tahmin ettiğim genç kadın adımlarını daha da hızlandırdı. Yüzeyinden su damlaları birer birer kayan pencere camımdan bu manzaraya gülümsedim.

Tüm masaları sildikten sonra ufak hareketlerle boynumu esnettim ve elimi saçlarımın arasından geçirdim. Yorulmuştum, ön tarafın ışıklarını söndürdüm ve kapıda asılı duran mavi renkli pembe yazılı 'AÇIK' yazısını 'KAPALI' yazısı ile değiştirdim.

Kasanın yanındaki sarı ışık etrafı loş bir şekilde aydınlatıyordu, kahverengi tahtadan masalara eşlik eden tahtadan sandalyeler karanlığın hükmü altındaydılar. Kasanın hemen karşısında duran ikişerli şekilde dizilmiş dört adet pencereye bakan yeşil renkli koltuklar ise loş ışığın altında nostaljik bir görüntü oluşturuyordu. Bir senedir bu kafede çalışıyordum ve artık öyle bir noktaya gelmiştim ki bu kafenin her yeri zihnime kazınmıştı. Her bir detayını, her bir eşyasını ayrı ayrı seviyordum. Özellikle de ön tarafın duvarını boydan boya kaplayan kütüphane bu dünyadaki en eşsiz manzaralardan biriydi benim için.

SÜVEYDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin