Bölüm 7: Başaracağız

141 13 3
                                    

        İçeri girdim. Babam koridorda beklerken erkek bir hemşire yanıma geldi. Eskiden olsa hemşirenin erkek olmasıyla dalga geçerdim ama şuan hiçbir şekilde gücüm yoktu. Yatağa oturmamı söyledi ve elini çekmeceye götürüp iğne aldı. Aklıma çocukken aşı olduğum zamanlar geldi. Şimdi aşı yerini radioaktif  bir ilaca bıraktı ve bu daha da üzülmeme sebep oldu. Nasıl oldu hâlâ aklım almıyordu. Her şey nasıl burada bitiyor. Daha ben on dakika önce olanları sindiremeden başka bir test oluyordum. Veya her neyse. Babama kalsa hiç bir şey bitmemişti ama kızının kanser kurbanı olacağını kendine yediremeyen bir babanın sözleriydi sadece bunlar.

        Hemşire iğneyi paketinden çıkarttı ve de "Radioaktif madde üç saat boyunca etkisini gösterecek, sonra biz çekimleri yapacağız." dedi. Bahsettiği çekim sanırım tomografi veya röntgendi. O an onu soramazdım bile. Başımı bile sallamadım. Gözlerim kırmızıydı ve şişmişti. Rahatca ağlayamdığım için sanki göz pınarlarım patlayacaktı. 

Hemşite iğnenin içine sıvıyı koydu ve iğneyi koluma batırdı. O sıvının damarlarım içinde gidişini hissediyordum. Ardında iğneyi çıkarttı ve çöpe attı. Kolum uyuşmuştu. Odadan yine ifadesiz bir halde çıktım. Hâlâ olanları sindirememiştim. Kabullenmek istemiyordum hâlâ, kim hemen kabullenirdi ki...

        Koridorda oturan babama doğru ilerlerken ağlama sesleri duydum. Kimin ağladığını anlayınca daha da üzüldüm, daha da umutsuzluğa kapıldım. Ağlayan babamdı. Hem de hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ama bir yandan da sesini duyurmamak için uğraşıyordu. Daha odadan çıktığımı fark etmemişti sanırım. Arkası dönüktü ve bir sandalyede oturuyordu. Gözlerim dolmuştu. Bugün kaçıncı oldu bilmiyorum ama yine ağlamaya başladım. Ağlayan sesimle "Ba- Baba" dedim. Koridorda öylece ayakta duruyordum. Sadece biz yoktuk orada ama kimsenin de umrunda değildik. Kimse de bizim umrumuzda değildi. Herkes kendi savaşını veriyordu. Daha kötüleri de olduğunu düşündüm ama şuan hiç Pollyanna'cılık oynayacak halde ve yapmacıklıkta değildim. Gerçek hayattı bu...

      Babam benim sesimi duyunca hemen elleriyle yüzünü sildi, derin bir nefes aldıktan sonra gözlüğünün camlarını da ceketiyle sildi ve gözlüğünü taktı. Ayağa kalktı ve bana döndü. Gözleri kıpkırmızıydı. Koştum ve ona sarıldım. Gözyaşlarımız birbirimizin omuzlarına damlıyordu. Biz sarılırken koşarak biri bize doğru geldi. Bu annemdi. Onu fark ettiğimde hemen kafamı ona doğru çevirdim. Demek ki babam haber vermişti. Ona bunun için kızamazdım. Annemin gözleri dolmuştu. Ona bundan sonra ne olacak diyen bir suratla baktım. Anladım ki onunda suratında bu ifade vardı.  Sakin bir ses tonuyla "Bunu başaracağız." dedi. "Başaracağız, başaracağız...". Gözlerimden yaşlar süzülmeye devam ederken kafamı aşağı ve yukarı salladım. Bu deneyeceğim anlamına geliyordu. Olduğu yere kadar deneyecektim.  Ardından üçümüz de birbirimize sarıldık. Daha önce böyle bir an yaşadığımı sanmıyordum. Bu bir ilkti. Hani yapacak bir şeyiniz kalmaz da çareyi anlık rahatlamayla bulurdunuz ya, bu da öyleydi. Sarılacaktık ama kollarımızı çektiğimizde her şey tekrar kaldığı yerden devam edecekti.

        Ardından bir görevli geldi ve "Şimdi beni takip edin, tümörün başka yerlere yayılıp yayılmadığını öğrenelim." dedi. Eliyle onu takip etmem gerektiğini anlatan bir hareket yaptı. Sarılmayı bıraktık ve her şey kaldığı yerden devam etti. Görevliyi takip ettim ve ben giderken annemler birbirlerine sarılıp gidişimi izlediler. Sımsıkı sarılıyorlardı.

        Bir odaya girdik ve odada tomografi cihazına çok benzeyen bir alet vardı. Ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. "Şimdi ceketinizi çıkarın hanım efendi." dedi. Ceketimi çıkartıp oradaki bir sandalyenin üstüne koydum. Cihaz şöyleydi; Tomografi aleti gibi ve üstünde bir ekran vardı, ekran yavaş yavaş suratıma yaklaşıyordu. Yaklaştı, yaklaştı ve burnuma kadar indi. Daralmıştım. Gözlerimi kapattım ve nefes almayı kestim. Cihazın sesleri beni ürkütmüştü. Bir dakikadan daha kısa bir süre öyle kaldıktan sonra ekran yavaş yavaş yukarı kalktı ve "Kalkabilirsiniz." diye bir ded geli görevliden. Kalktım ve dışarı annemlerin yanına gittim. Gittiğimde babam orada değildi ve annem ifadesiz bir şekilde oturuyordu. O da olayları sindirememişti. Babam ve ben gibi...

        Yanına oturdum. Bu gün daha ne kadar uzun olabilirdi bilmiyordum. Sanki haftalardır bu hastanedeyim. Biz annemle beklerken, üzerinde "radioaktif madde" yazan demir kapı açıldı ve içinden önlüklü bir adam çıktı. Önümüzden geçip giderken yavaşladı ve bize döndü. Bir süre öylece durduktan sonra yanımıza geldi ve biz hemen ayağa kalktık. Çok halsizdim. Annem kolumdan tutyordu. Adam sessizce "Aslında bunu söylemeye yetkim yok ama daha fazla çekim yapmaya gerek de yok." dedi. Korkmuştum ki "İyi görünüyor." dedi görevli. Biraz da olsa sevinmiştim. Tümör sadece akciğerimdeydi. Annem bunu duyduktan sonra görevliye sıkıca sarıldı  ve ardından ben de sarıldım.  "Kemiklerim temiz mi?" diye sordum. "Evet kemikleriniz temiz." dedi görevli.  Şu birkaç saat içinde aldığım en iyi haber buydu. Hemen görevliyi öptüm. O sırada diğer doktorlar oradan geçiyorlardı ve bize garip bir şekilde baktılar. Umrumda değildiler. Doktorlar gidince görevli de gitti. Annemle birbirimize sımsıkı sarıldık. Arkadan babam geldi ve o bize doğru gelirken "Duydun mu baba kemiklerim temizmiş." dedim. Babam derin bir oh çekti. Ardından doktor bizi yine odasına çağırdı. Kanser olduğumu öğrendiğim o odaya...

        Üçümüzde geçip oturduk. Doktor bilgisayardan bir şeyler bakarken monitörü bize çevirdi ve "Evet, kemikler ve diğer organlar temiz." dedi. Gülümsedim. Ne kadar sahte olsa da sevinmem gerekiyordu. Annem kolumu ovaladı ve "Hayatım bu iyi." dedi. Biliyordum. "Ancak tümörün bulunduğu yer nedeniyle ameliyat kontrendike olabilir." dedi. Yüzümdeki gülümseme gitmişti. Dediğinden hiçbir şey anlamamış olsam da gülümsemem gitmişti işte. Açıklayıcı bir şekilde "Yani mümkün değil." diye ekledi. Zaten bunu söylemişti. Niye Bir daha söyleyip hatırlatıyordu ki ? Niye bizi bir daha ağlatıyordu ? Gözlerim yine masaya kaydı. Suratımda tiksinç bir ifade vardı. Babam üzgün ve meraklı bir ses tonuyla "Bu şimdi nasıl ilerleyecek?" diye sordu. Bunu babam kadar bende merak ediyordum. Sadece aklımdaki düşünceleri kelimlere dökemiyordm. Kontrol için hastaneye mi gidecektim yoksa hastanede mi kalacaktım?  Doktor arkasına yaslandı ve "Hastanede yatarak 32 hafta kemoterapi." dedi. "8 hafta sonra kemoterapi etkili mi diye görmek için bir ilk kontrol yapacağız." dedi. "Eğer bu süre sonunda tümör kaybolmamışsa tedaviye bir de ışın tedavisi de eklenecek." dedi. Annem tekrar kolumu ovaladı. Dudağım yine büzüştü ve çok düz bir ses tonuyla "Şansım ne kadar?" diye sordum. Cevabı duymak istediğim kadar istemiyordum da. "%50 den az mı yoksa fazla mı?" dedim doktorun yanıtlamasını beklerken. Doktor ellerini birleştirdi ve  "Daha az." dedi. Anlıyorum dercesine başımı salladım. Nasıl olurda böyle bir duruma gelebilirdim. "Ama ikimiz de şansını arttırmak için çok çalışacağız." dedi. Gözlerim büyüdü, yutkundum, aslında ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. "Yarın tedavi başlıyor." dedi doktor. Kaşlarım hafif çatık bir şekilde onayladım. Onaylamasam ölecektim sonuçta. Bu benim için bir zorunluluktu. Daha dün Arya ve ben için ev bakarken bugün ömrümü uzatmak için çabalıyordum. Nasıl bir şeydi bu?

        Bir süre daha oda da kaldıktan sonra dışarı çıktık. Koridorda yürüyorduk. Bunu Arya'ya nasıl söyleyeceğim. Arayarak mı? Skype'tan mı? Söylemesem mi acaba ? Ben bunları düşünürken çoktan hastane otoparkına varmıştık bile. Arabaya bindik ve ben arkaya oturdum. Tırnaklarımla oynamaya başladım.  Düşünceli bir şekilde camdan bakıyordum. Şimdi benim saçlarım mı dökülecek yani? Kel mi olucam? Yoksa peruk mu takıcam? Şapkayla mı gezicem? Ya ölürsem? Ailemi hayal kırıklığına uğratırsam? Onlar çocuklarını bir gün kanser olup ölsün diye yetiştirmediler. Peki, peki ya üniversite? Okulumu dondurmam gerekiyor. Okulu bitirdiğimde 30'umda mı olacağım? Ya da okulu bitirebilecek kadar yaşayabilecek miyim ? Tekrardan gözlerim dolmuştu. Araba çok sessizdi. Kimse ne diyeceğini bilemiyordu. Bu durumda nasıl bir şey denebilirdi ki? Camdan bakarken bir arkadaş grubu gördüm. O anda aklıma benim arkadaşlarım geldi. Onlara nasıl söyleyecektim ki? Tepkileri ne olacak. Çok üzülecekler. Söylemek istemiyorum ama bilmek hakları. Gözümde dolan yaşlar bir bir dökülmeye başladı. Elimle yüzümü sildim. O sırada eve doğru yaklaşmaya başladık. Yarından itibaren hastanede kalacağım için eşyalarımı hazırlamam gerekiyordu. Ablam öğrenmiş miydi acaba?...

DİSSOSİYATİF #Wattys 2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin