O akşam Yeonjun beni asla aramadı. En son saate baktığımda saatin gece 3 olduğunu görmüştüm, ondan sonrasını hiç hatırlamıyordum. Çünkü düşünmeye başlamıştım bir an, zaten yanlış bir şey yapıyordum ve şimdi de Yeonjun'a olan güvenim daha da sarsılmaya başlamıştı. Her gece elimde bira şişesiyle onun başka birisinin yatağından çıkıp aramasını bekleyemezdim. Çürürdüm yoksa, kül olur bir rüzgarda dağılırdım her yere. Belki de olmamalıydı diye düşündüm, belki de bitirmeliydim biraz daha saçmalamadan.
Fakat onu düşündüm birden. Gözlerini kısarak gülüşünü, bana dokunuşlarını, sesini, minik bir esintide uçuşan yumuşacık saçlarını...Bunlar olmazsa yaşayamayacakmışım gibi hissediyordum. Belki de Soobin için ölmeliydim.
Sonraki gün aradı Yeonjun, açmadım. Bilerek meşgule atıyordum telefonlarını bir haftadır, asla mesajlarına cevap vermiyordum. Hatta olur da pişman olmayayım diye uzun bir zaman telefonuma asla ellemiyordum bile. Tüm gün ya Taehyun'la takılıyorduk ya da bahçede oturup tek vasfım buymuşçasına akşama kadar gitar çalıyordum.
Ve haftanın son günü -pazar günü- Taehyun evime gelecekti. Onun için birkaç hazırlık yapıyordum. Hava nedense iç açıcıydı, ne güneş çok yakıyordu ne bulutlar fazlaydı. Hazırlık yapıyorum dediğime bakmayın. Film izleyeceğiz diye kararlaştırmıştık ve bu yüzden yanında yemek için mısır patlatıyordum sadece.
Kapı çaldı bir süre sonra. Saate baktım ve 'neden bu kadar erken geldi acaba?' diye sorgulamadan edemedim. Fakat kapıyı açtığımda karşılaştığım kişi Taehyun değildi. Taehyun olamayacak kadar Yeonjun'du ve yüzünde sinirli bir ifade vardı. Beynim 'ne yapacağım?' sorularını doğrudan ellerime gönderiyordu ve ellerim tir tir titremeye başlamıştı. Ben yol vermeden içeri geçti, kapıyı kapatıp peşinden gittim.
"1 hafta boyunca neredeydin?!"
Hiçbir şey diyemiyordum, kaskatı kesilmiştim. Halbuki ne diyeceğimi önceden kararlaştırmıştım ve hatta provasını bile yapmıştım bugünün geleceğini bildiğim için fakat ne diyeceğimi hatırlamama rağmen tek bir kelime dahi edemiyordum.
"Seni defalarca aradım Beomgyu, neredeydin?!"
"Hiçbir yerdeydim."
"Hiçbir yerde miydin?"
Evet hiçbir yerdeydim, 1 haftadır kocaman bir boşluğun içerisinde karar vermeye çalışıyordum, kocaman bir hiçliğin içinde sen Soobin'in yanındayken.
"Yeonjun..."
Bir şey demeyerek cümleyi devam ettirmemi bekliyordu ve benim ne diyeceğim hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Ben devam etmeyince de yaklaşıp ellerini belime sardı ve kendisine çekti beni. Yoğun parfüm kokusu ruhuma işledikçe sarhoş oluyordum, ittirmek istiyordum ama olmuyordu. Donarak kalmıştım orada.
"Olmaz."
"Ne olmaz bebeğim?"
"Bu saçma şeye devam edemeyiz."
"Bu sana saçma mı geliyor?"
Yine üzgün bakışlarıyla bana bakıyordu, böyle baktığında asla dediğinin aksini yapamıyordum. Ellerimi yanaklarına koymak istedim ama yapamazdım. Ben yapamazdım ama o yapabilirdi, ve yapmıştı.
Dudaklarımı öpüyordu ve ben karşılık vermiyordum, beni daha çok sarıp daha sert öpünce kontrolleri elimden bıraktım ve öpücüğüne karşılık verdim. Gülümsediğini hissettim. Bir bakışla tekrar doğuyordu fakat milyonlarca kez tekrar öleceğini biliyordum, yasak ilişkiler böyledir.
Odamın kapısının eşiğine kadar öptü beni, bundan sonrasını biliyordum. Olmaması lazımdı, ben vazgeçmeye çalışırken yapmaması gerekiyordu. Kurtulmaya çalıştıkça daha dibe düşüyordum.
Fakat aynı şey benim için de geçerliydi, ben de yapmamalıydım. Ona aşık olmayı bırakmalıydım, bu şeye "biz" dememeliydim bile, her şeyin sonunda onun kollarında bitmemeliydim, o her ağladığında saçlarını okşamamalıydım çünkü, o bana ait bile değildi.
Ona izin verdim, şartlanmış beynimi düzeltmesine izin verdim. Belki de kalbim böyle istediği için istiyordum. Sorun da buydu, başından beri kalbimin sesini dinlemeseydim belki de her şey daha sakin olacaktı.
Ve her sevişme sonu gelen pişmanlık hissinden artık midem bulanmaya başlamıştı. İlk başlarda 'ya birisi görürse, yalnızca küçük bir hata' diye pişmanlık hissi duyarken şimdi yaptığımızın artık iki yüzlülük olmaya başladığının farkındaydım. Fakat aşk. Artık söylemeye bile gerek olmadığını düşünüyorum. Belki de dünyadan tamamen silinmesi gereken ilk kişi bendim, belki de tarihin gördüğü en güvenilmez insan bendim, belki de Peter ve Wendy'yi tek bir nefesle ayıran cümlenin yazıldığı kalem bendim fakat hala bildiğim tek şey Yeonjun'a sırılsıklam aşık olduğumdu.
Beni kollarından ayrılmayayım diye sıkı sıkı sarmıştı. Bir yandan saçlarım okşanırken boşluğa bakıyordum. Ona bakmamı sağladı, hala üzgün gözüküyordu.
"Neden bugün böyle yaptın?"
Ne cevap vereceğimi biliyordum ama söyleyemiyordum. Öylesine suratına bakabiliyordum sadece, gerçekten acınası bir haldeydim. Ağlamaya başladım sonra. Büyük bir duygu karmaşası içerisindeydim ve Yeonjun bir türlü bitirmeme izin vermiyordu.
Sustum bir süre sonra. Yeonjun terkrardan beni sarmış ve yarım saat ağlamayı bitirmemi beklemişti. Bir anda konuşmaya başladım.
"Ben, bana başka birisinden gelmeni beklemek istemiyorum Yeonjun. Kararsızlıklarla, kesin olmayan şeylerle yaşayamam."
Bir şey demiyordu, çünkü diyemiyordu. Diyecek hiçbir şey yoktu. Sadece öylece bakabiliyordu bana. Onu anlamalıyım diye düşündüm ama saçmaydı, beni seviyorsa neden Soobin'den ayrılmıyordu?
Ağzından çıkan tek şey: "Eğer Ağustos giderse yazım da gider. Gitme Beomgyu. Ne olursa olsun sev beni." oldu.
Ve ben onu ne olursa olsun sevdim.
Taehyun'un gelmesine dakikalar kaldığı için onu evden apar topar çıkardım.
"Kimsenin seni görmesine izin verme."
Kapüşönünü başına geçirdim ve ellerimi yanaklarına indirdim.
"Yere bakarak yürü. Kimse tanımasın seni."
"Ne yapacaksınız Taehyun'la?"
"Takılacağız öylesine. Ben Soobin'le ne yapıyorsunuz diye soruyor muyum?"
İnsanlara bu şekilde laf sokmayı bırakmalıydım.
Sesli bir öpücükle gönderdim onu. Hızlıca lavaboya çıkıp yüzümü ve saçlarımı düzelttim, tek bir hatada Taehyun öğrenirdi ve her şey mahvolurdu.