Tekrar tekrar aynı rüyaya uyanmak her gün hevesimi biraz daha kırıyordu. Terapistim bazı şeylerle yüzleşmeden bunu atlatamayacağımı söylemişti ama buna ne kadar hazırdım?
Yine başım ter içinde kalmış yastığa değerek tavanı izlerken rüyalarım sanki hala uyuyormuşum gibi kareler halinde gözümün önüne geliyordu. Çıldıracak gibi oluyordum. Gelecek vaat eden bir sporcu olmaya tek bir gecede hatta birkaç dakikada veda etmiş olmam gerçeği sinirlerimle oynuyordu.
Yatağımdan kalktım ve kitaplığıma doğru ilerledim. Raflara sıra sıra asılmış madalyaları ellerimle okşadığımda gözlerim dolmaya başlamıştı. Annem, "Hiçbir şeyi ve kişiyi hayatının merkezine koyma," derdi her zaman. Ama ben onun yokluğunu sadece koşmaktan nefes nefese kaldığımda unutabiliyordum.
Mide bulantısıyla dizlerimi tutup yere çökmeyi bile özlemiştim. Sabahın soğuğunda koştuktan sonra eve gelip sıcak bir duş almayı, madalya boynuma asılırken gülümsemeyi özlemiştim. Kimseye bu kadar suç yüklemek istemiyordum ama o gece arabayı süren çocuk hayatımı elimden almıştı.
Yatağın altından babamın doğum günüm için gönderdiği koşu ayakkabılarını çıkardım. Hiçbir zaman kendisi gelmezdi zaten, ama her zaman bir şeyler gönderirdi.
Ayakkabıyı kutusundan müzede sergilenen değerli bir elması çıkarır gibi çıkardım; tabanlarına dokundum, bağcıklarıyla oynadım. En sonunda kan ter içinde kalmayı göze alarak onları ayağıma giymeye karar verdim.
Cinderella'nın cam ayakkabısı ayağına uyduğunda yaşanan coşku gibi bir coşku vardı üzerimde. Bu ayakkabılar sanki dünyada sadece benim ayağıma olabilirmiş gibi geldi.
Gülümsedim, bu hissi özlemiştim.
Yavaşça yatağımdan kalkıp paltomu aradım. Kapının arkasındaki askısında duruyordu. Bir his, belki de bu ayakkabılar beni dışarı çıkmaya zorluyordu."Nasılsa başka bir zaman bu ayakkabıları giymem zor," diye düşündüm. Babamın bunları heyecanla beklediğim maraton için aldığını biliyordum.
Chaeyoung'ı uyandırmamamaya özen göstererek sessizce dış kapıdan dışarı çıktım. Gecenin rüzgarı yüzümü okşarken derin bir nefes aldım. Belki koşmam mümkün değildi ama biraz yürüyebilirdim.
Ayaklarım beni bu sefer de o lanet gecenin yaşandığı yere götürdü. Sokağın biraz aşağısındaki dar yola, dünyanın en rahatsız edici şeyiymiş gibi gözümü alan "DUR" tabelasından tanıyordum bu yolu. Korkarak gittim, belki terapistime yüzleştiğimi söyleyeceğim gün budur diye düşündüm.
Bu gece bu cesaret nereden gelmişti bilmiyorum ama oradaydım işte. Kırmızı bir çığlık gibi yanan DUR tabelası gözüküyordu. Biraz ilerisi; benim asfaltın soğuğuyla sarıldığım yer o da hemen oradaydı işte.
Emin olmayan adımlarla ilerledim. Tabelanın altında bir gölge vardı sanki. Ama karşıya geçip ne olduğuna bakmak benim için ihtimal bile değildi. Eğer karşıya geçmeye çalışırsam bir araba yoktan var olup yine üstüme gelecekmiş gibi hissediyordum.
Ama birkaç adım sonra bunun bir insan olduğunu fark ettiğimde merakım neredeyse korkumu yenecekti. Biraz daha yaklaştım, bir kadındı. Bedenini tabelanın direğine yaslamış yukarı bakıyordu.
Kapüşonla örtmeye çalışsa da yanlardan çıkan uzun, sarı saçları ve ince figürü çok tanıdıktı.
Bu kadın şüphesiz Lalisa Manobal'dı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blackout | jenlisa
RandomJennie hayatını değiştiren kazanın sorumlusuyla çoktan tanıştığının farkında değildir.