"Kahretsin. Şehir neden bu kadar gürültülü olmak zorunda ki?"Başımı sertçe sırtımı yasladığım yatağa vurdum. Tabii sadece yumuşak kısmı temas etti enseme. Oysa sert bir tarafının denk gelip başımı patlatmasını ne de çok isterdim.
Duvarımı boydan boya kaplayan camla yatağımın arasındaki bir metrelik boş alanda oturuyordum. Sırf gece vakti camın önüne oturup şehri daha iyi izleyebileyim diye yatağımı buraya koymuştum.
Çünkü kolay kolay başka bir manzara beni sakinleştirmiyordu.
Gözyaşlarımın yanaklarımda bıraktığı gerginliğe alışmıştım. Yaklaşık bir saattir yüzümdeki yerlerindeydiler. Başım fazlasıyla ağrı içerisindeydi. Saat gece dörttü ve şehir hala fazlasıyla hareketliydi.
"Evlerinize defolsanız keşke. Şehrimle beni baş başa bıraksanız..."
Yüzümü ovuşturdum. Odamın ışıklarını tamamen söndürmüş gece yarısından beri oturduğum yerde şehrin gürültüsünü dinliyor ve her zamankinden daha parlak olan ışıklarını seyrediyordum. Ama zihnim şehirden çok daha gürültülüydü.
Uzattığım bacaklarımı bağdaş kurdum. Saatlerdir yerimden kalkmadığım için her yerim uyuşmuştu ama yine de inat ediyordum. Neye inat ettiğimi bilmeden. Gecenin soğukluğu iyice bedenimi sarmaladığından üşümüştüm. Kollarımı avuç içlerimle ısıtmaya çalışmak pek bir fayda sağlamıyordu.
Aniden odamın kapısı çaldı. O kadar yumuşak bir çalmaydı ki bir an kendim mi uydurdum diye şüpheye bile düştüm. Kapıya doğru yatağımın önünden eğildim ve emin olmak için karanlığı dinledim.
"Areum? Uyanık mısın?"
Kısık sesi sadece uyanıksam duyabileceğim kadardı. "Gel lütfen."
Kısa bir duraksamanın ardından kapım açıldı. Hala kapıya doğru eğilmiş merakla bakıyordum. "Rahatsız etmedim değil mi? Uyumayacağını düşündüm. Yani... uyuyamayacağını."
Derin bir iç çektim. "Hayır Hyunjin, rahatsız etmedin. Asla etmezsin. Gel."
Sırtımı geri yatağa yaslarken yavaş adımlarla yanıma yaklaştı. Tüy gibi vücuduyla zarifçe önümden süzüldü ve diğer tarafıma geçip yere, hemen yanıma oturdu. Bağdaş kurduğu bacağı, sağ bacağıma değiyordu.
Bir süre öylece oturduk. Hiç konuşmadan. Bir iki kez eliyle dudaklarını kaşıdı. Düşündüğü zamanlarda yaptığı bir alışkanlığıydı. Zaman algımı kaybetmiştim ama tahminimce yarım saat geçtikten sonra Hyunjin kollarını önüne indirip bacaklarını uzattı.
"Geceleyin şehir manzarasını çok seviyorsun değil mi?"
Başımı salladım ama görüp göremeyeceğinden emin değildim. "Evet, çok hem de."
"Seni rahatlatıyor."
"Doğru."
"Ama şu an rahatlamış değilsin."
Cevap vermekte tereddüt ettim. Yine de onunla konuşmak bana her zaman iyi gelirdi. "Doğru."
"Muhtemelen sessiz kalınca ya da görmezden gelince bir şeylerin kendi kendine düzeleceğini düşünüyorsun."
"Yine doğru."
"Ve sanırım bu sefer seni biz bile rahatlatamayız."
Bu sefer hiç tereddüt etmedim. "İşte bu doğru değil."
"Ama anlatmıyorsun. Bu benim dediğimi doğruluyor."
Boş bir gülüş karıştı benden geceye. "Ne yapmaya çalıştığını biliyorum Hyunjin. Boşa uğraşma. Beni kışkırtamazsın."