1 HAFTA SONRA ARMEN'DEN
İnleyerek uykumdan uyandım, bu kaçıncı kabustan uyanışımdı. Kabuslar... her gecem artık onlarla doluydu, etrafımı sarmışlardı. Benden alınamaz bir parçam olmuştu hepsi; haykırışlarım, onun için ağlayışlarım... Başımı yastığa geri koydum halimden şikayet etmiyordum kenarda köşede acımı çekiyordum ve kimsenin bana yardım etmesini istemiyordum. Bu çektiğim acılar onun bir zamanlar varolduğunun kanıtıydı, benimle olduğunun kanıtıydı. Elimi yastığın altına uzatıp kolyesini avucuma aldım, sıkıca bastırdım avucuma. Bu kolyeyle birlikte geride kalmıştım, yapayalnız kalmıştık. Ben ve bu lanet kolye onun tenini özlüyorduk.
1 hafta onsuz geçmişti.
7 gün.
168 saat.
10080 dakika.
604 800 saniye.
Hatta 36288000 salise.Ondan nasıl bu kadar uzak kalınır aklım almıyor. Hayatımdan bu denli çıkıp kayıplara karışması canımı yakıyordu, onunla olan her şey ama her şey tenime bıçaklar saplıyordu. Elimi yatağın altına uzatıp viski şişesini aldım ve büyük yudumlarla içmeye devam ettim. Genizim yandığında onuda diğer şişelerin yanına fırlattım. Ay ışığı içeriyi aydınlatıyordu ortalık boş viski şişeleri ve sigara paketleriyle doluydu. Aklıma onun son gece burda oluşu geldi. Teninin, saçının ve dudaklarının bana verdiği o his. Tüylerim ürperdi oda iyice kasvetlendi aniden.
Son zamanlarda yaptığım tek şey bu yatakta uzanıp viski ve sigara eşliğinde onun yasını tutmaktı.
Yas tutmak...
Beni terkeden, beni bir başıma bırakan kadının ardından yas tutmak...
Gerçekten öldüğüne inanıyor muydum?
Bu yas öldüğü için miydi?
Yoksa yanımda olmayan varlığına mıydı?Bu soruların cevabını 1 haftadır düşünüyordum. 1 hafta geçmişti ama sanki uzun zamandır yoktu. Günler, aylar birbirine girmişti.
Hangi zaman dilimindeydim?
Bugün günlerden neydi?
Ayın kaçıydı?
Bunların hepsi silinmişti benim hafızamdan ta ki Çağmanla bugün konuşmamıza dek. Bana bugün 1 hafta olduğuny söyledi elini omzuma koydu her şeyin daha iyi olacağını söyledi lakin hiçbir şey iyi olmayacaktı biliyordu ve bunu bende biliyordum. Acıyordu bana. Armen Lucas Marchenko acınası haldeydi. Çünkü ben bu dünyadaki en iğrenç varlıklardan biriydim, şansı haketmiyordum yada daha nicesini...Karşı duvara odaklandım Alaska'nın gülüşünü görüyordum. Sanki bir film izlercesine onu izliyordum. Alaskamı... benim Alaskamı...
Dudaklarının kenarları yukarı doğru kıvrılıyor ve inci gibi dişleri ortaya çıkıyordu. Alaska gülüyordu ve papatyalar açıyordu. Ortalık onun kokusuyla doluyordu, buram buram o kokuyordu burnuma. Ah! sert duvar. Ah! Alaska.
Dün Yolanda gelip artık toparlanmam gerektiğini söylemişti boş şişeleri toplarken. Bana ne kadar güçlü olduğumu anlattı, babamın küçükken bana nasıl cesaret verdiğinden söz etmişti. İlk defa onun burada olmasından memnum olmuştum. Annem onu başıma diksede Yolanda bana hepsinden yakındı. O benin çoçukluğumu biliyordu, her şeyimi biliyordu. İlk adımlarımı atarken ben o genç bir kızmış, şimdi orta yaşlı bir kadın olsada hala yanımdaydı ve bana annemden daha yakındı. Ona bağırdığım her lanet gün için küfür ettim kendime. Sonra bana söylediklerini düşündüm tekrar toparlanmak demişti lakin ben susmuştum. Yine sustum. Çünkü toparlanmak istemiyordum yada iyileşmek. Gidişi beni nasıl darmadağın ettiyse aynı şekilde öldürsün istiyordum. Ölmek istiyordum, nefes alamamak, boğulmak yada ne olucaksa onun olmasını.
Kimseye anlatamadığım ve anlatsamda anlamayacakları şey buydu işte; Alaska'nın acısı, onun yokluğunun verdiği hissizlik hali. Onun acısıyla hissizleşmek ne denli uyuşturuyordu bu koskoca bedenimi. Gözlerimi bile aydınlıklara açmak istemiyordum, göreceğim yüz onun olmadıktan sonra hiçbir yüze bakmaya ihtiyacım yoktu. Çağman, Yolanda, Nehir(bayan el bombası) ve diğerleri hepsi teferruattı asıl mevzu bahis olan Alaskaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PAPATYA MEVSİMİ
Teen Fiction''Armen biliyordu, bir Papatya çok çabuk kırılırdı ama O beni koparmamıştı hatta yere atıp üzerime binlerce kez basmıştı. Bu affedilemezdi..''