Multimedya'da karakterler var.
Ayrıca bekleyenlerin affına sığınıyorum, sevgiler🌸ARMEN'DEN
Kollarıma uygulanan kuvvetin etkisiyle Çağmanla birlikte yere düştük, araba bize milim kala durabilmişti. Başımı kaldırıp Alaska'nın olduğu yere baktım, yoktu.
"Sönüp gitmektense yanmak daha iyidir"
Bu cümle saplanmıştı adeta tenime."Senin derdin ne? Az daha ölüyordun. Ne halt ediyordun yolun ortasında?"
Beynim yaşadıklarımı hazmetmeye çalışıyordu. Benden intikam almaya mı çalışıyordu? Kafamı iki yana salladım neler düşünüyordum. Tanrım sonunda bu da olmuştu, deliriyordum. Arabadan aşağıya inen şöför heyecanlı bir şekilde konuşmaya başladı.
"Sen..siz iyi misiniz? Bir doktora gidelim, lütfen"
Kafamı kaldırıp ona dik dik baktım. Doktor Alaska'yı geri getirebilir miydi? Getiremezdi. Ayağa kalkmaya çalıştım, adam diğer cümlesine başlayacakken Çağman araya girdi.
"Teşekkür ederiz, iyiyiz. Kötü bir gün geçirdik sadece"
Adam üstelemeye devam ediyordu arkamı dönüp adama bakmaya devam ettim. Adamla gözgöze gelişimizin ardından Çağman arkasına dönüp bana sakin ol dercesine bir bakış attı.
"Eğer şimdi burdan gitmezseniz arkada duran şeyi sizden uzak tutamayabilirim bayım. Lütfen burdan gidin yoksa bu adamı ezmediğinize her geçen saniye küfredebilirsiniz"
Adam şaşkın bakışlarını bir bana, bir de Çağman'a yöneltti.
"Delirmişsiniz siz"
"Evet bayım ben deliyim ve o arkada duran adam inanın benden daha deli, tanışmak ister misiniz?"
"Tanrı belanızı versin, pis hergeleler"
"Teşekkür ederiz bayım" diyerek arabasına binen adama el sallamaya başladı Çağman.
Eski yerime oturduğumda Nehir'in gözlerindeki kin bedenime çarpıyordu. Dizlerimi kendime çekip başımı diz kapaklarıma yasladım. Yağmur durmuştu, bulutlar bile kaçıp gidiyordu burdan. Düşün bulutlar bile gidiyordu ama ben hala burdaydım ulan hala burda."Sönüp gitmektense yanmak daha iyidir"
Bir süre bu cümlenin anlamını kavramaya çalıştım öylesine basit bir cümle değildi, olmamalıydı. Alaska sönmüştü sonrada yanmıştı ama cümledeki yanmak dirilmek anlamına geliyordu fikrimce gerçekten yanmış olması üzücü bir ironiydi. Lakin Alaska ölmüştü yani bu bir diriliş değil ölümdü.
"Tanrım" diye inledim. Bu cümlenin barındırdığı her bir harf kafamın içinde birbirine çarpıyordu. Beynimin bana oynadığı bir oyun muydu bu? yada bilinçaltımın? Hafızamdan silmeye çalıştığım o kanlı kıyafetlerin içinde bir askı gibi duran Alaska'ya inat odaklanmaya çalıştım cümleye.
Sönüp gitmek dedim içimden tekrar.
İnsanın sönmesi... bu bir bitiş. Ateşin kül olması, bir daha yanmaması yani varlığının son bulması.İnsanın yanması... bu gerçek anlamın çok ötesinde. Düz mantık olması çok basit olurdu lakin ateşten örnek verirsek ateşin yanması bir başlangıçtı, sönmeye kadar geçen süreyi içerirdi.
Bu bir şeylerin başlangıcı Alaska.
Ama neyin?"Bulmalıyım" diye fısıldayarak yerdeki poşeti alıp arabaya doğru koşmaya başladım. Çağman'ın bağırışlarına kulak asmadan hızlıca arabayı çalıştırıp eve doğru sürdüm. Düşünmeliydim, bu hayalin ve bu cümlenin sırrını çözmeliydim. Bilinçaltım beni zorluyordu hemde fazlasıyla... Ben bu düşüncelerle boğuşurken eve gelmiştim bile. Poşeti dikkatlice elime aldım ve kapıyı 2 kez tıklattım. Yolanda'nın meraklı bakışlarını yoksayarak odama çıktım, elimdeki poşeti daha sağlam bir kafayla açmak üzere kanepenin üzerine bıraktım. Daha fazlasına bugünlük hazır hissetmiyordum, hemde hiç. Yatağa doğru uzandım. Boşluktaymışım hissi benden uzaklaşmıyordu sanki tüy gibi hafiftim ve rüzgar beni ordan oraya vuruyordu. Karşı çıkamıyordum hiçbir şeye duvarlara çarptıkça çarpıyordum, yeniden sonra yeniden. Midemde bir boşluk vardı bilmiyorum bu boşluk tüm vücudumdaydı belki de. Kalbimde bir ağırlık vardı sanki göğüs kafesim kalbimi taşıyamıyordu, göğüs kafesime büyük geliyordu kalbim. Her geçen saniye daha da derine batıyordum nasıl anlatsam sevdiğiniz bir şarkının sürekli aynı yerde takılı kalması gibiydi hayat. Bu sefer takılı kalmayacak umuduyla başa sarıp umutla dinlemek ve yeniden hayal kırıklığına uğramak gibiydi yada takılı kaldığı yerden devam ettiğinde artık o heyecanı vermemesi gibiydi. Kısaca ziyan olmaktı, ziyadesiyle. En kötüsünü Alaska yaşamıştı ama en kötüsünü de bana yaşatmıştı, yaşadığı müddetçe benden uzağa gitmesini kaldırırdım yada beni bırakmasını fakat öldüğünü kabullenmek yani kabullenmeye çalışmak insanı delirtiyor.
Evet deliriyorum.
Aklımda binlerce soru vardı, cevabının sadece Alaska'da olduğu sorular. Ve asla cevaplayamayacağı sorular... İnsanları birbirinden uzaklaştıran tek şeyin ölüm olduğunu düşündüm bir süre, terkedişler falan hikayeydi. Asıl ve tek ayrılık ölümdü. Ölüm kan dondurucuydu, yaşamadan hissetmeden anlayamazdınız. İliklerinize kadar hissetmeniz lazımdı o soğukluğu, ölümden korkmanız lazımdı, nasıl da peşinizi bırakmadığını sizden her zaman bir şeyler aldığını unutmamalıydınız. O morgun soğuk havasını solumanız lazımdı, çürümüş et kokusunu... ölüm kokusunu. Kime ne anlatıyorum diye düşündüm. Bomboş odada düşüncelerim yankılanıyor, teker teker duvarlara çarpıp yere düşüyorlardı. Kapı açıldı, Yolanda olduğunu varsaydığım suliet içeri süzüldü, adımları yavaşladı. Bir süre sessizce bekledi. Perdenin pencereden gelen rüzgarın varlığıyla havalanmasını izledim, sonra da perdenin sakince inişini. Bu bir tür rehabilitasyon vazifesi görüyordu, hipnoz etkisi yaratıyordu darmadağın zihnimde. Havalanıyorrrr.....puffff geri iniyor. Sessizliği bozan Yolanda'nın sesi beni konsantrasyonumdan uzaklaştırmış hatta irkilmemi sağlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PAPATYA MEVSİMİ
Teen Fiction''Armen biliyordu, bir Papatya çok çabuk kırılırdı ama O beni koparmamıştı hatta yere atıp üzerime binlerce kez basmıştı. Bu affedilemezdi..''