Merhaba bu yazdığımı okuyan pek sevgili wattpad sakinleri. Öncelikle, zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim. Ama okunma sayısının azlığından ve vote azlığından, bu yüzden yazma isteğimin eksilmesinden bahsetmeden geçemeyeceğim. Tabii, konuyu da uzatmayacağım.
Hikayeyi uzun tutabildiğim kadar uzun tuttum fakat ne kadar uzun oldu, bu yeterli mi bilmiyorum. İyi okumalar hepinize :)
Multimedya: Lestat
-------------
Güneşin yakıcı ışığını derisinde hissettikçe yüzündeki sırıtış genişledi. Güneş, diğer vampirleri yakıp yok edebiliyorken Lestat istisna olarak yer alıyordu. Kraliçe'nin kanı ona böyle bir güç vermişti ve güneşin ısıttığı, uyku vakti olan gündüzlerde dolaşmaktan büyük zevk alıyordu.
Gündüz dolaşabilme yeteneğini bir okul dolusu liseli ergeni uzaktan izlemek için kullanacağını söyleseler onlara alaycı bir bakış atarak "Gün geceye dönse dahi, katlanılamaz." derdi. Haklıydı da. Birbirlerine sessizce bakıp sırıtan, sıfır zevke sahip ergen müzik grupları hakkında konuşan bir kaç insan onun için fazlasıyla gereksizdi. Bu gereksizlik arasında ilgisini çeken tek şey, okulun bahçesindeki bankta kalabalık arkadaş grubuyla oturan sarı saçlı cennetti.
Lestat Tanrı denen şeyin varlığına inanmıyordu fakat Daphne'yi gördüğü andan beri onun var olabilmesi için büyük bir gücün, bir varlığın olduğuna inanmak istemişti. Esas inanmak istediği, kurtarılabilecek bir ruhu olduğuydu çünkü siyah gözlerinin izlediği bedenin içindeki ruh tertemizdi. Bir canavarın ona bağlanmasına izin vermezdi.
Bulunduğu tepede bir adım gerileyip arkasındaki ağaca yavaşça yaslanarak kollarını birleştirdi. Kulaklarını tek bir sese odakladı ve gözlerini kırpmaya ihtiyaç duymadan Daphne'yi izlemeye devam etti. Daphne'nin çınlayan kahkahası, bu mesafeden bile duyabildiği o minik kalbin sesi ve burnuna dolan kokusu, sanki gerçekten yaşıyormuş gibi hissettiriyordu kalbi buz tutmuş bu yaşlı vampire.
Gözlerini, sarı cennetinin dudaklarına odakladığında Daphne'nin elini tutarak onu oturduğu yerden kaldıran ve hiçbir itirazına aldırmadan onu hızlıca okul binasına çeken aptal ergenin varlığıyla kaşları çatıldı. Uzun boylu, sarışın, uzamaya başlayan kısa saçları ve komik kıyafetiyle aslında yakışıklı denebilecek bir erkekti. Lestat'e göre ise aptal, sıradan ve canına susamış bir ergendi. Daphne'yi, yine Daphne'ye aldırmadan öylece çekip götürmesinden hiç hoşlanmamıştı.
Yaslandığı ağaca sağ ayağını koydu ve ayağıyla kendini öne doğru iterek sesten bile hızlı gelebilecek şekilde koşmaya başladı. Aciz insanların gözlerinin kavrayamadığı sürede okul binasına ulaşmış ve hatta okulun duvarına tırmanmış, üçüncü katın penceresinden içeri girmişti. Kendisine çevrilen gözleri, kızlardan çıkan ve başını ağrıtan çığlıklara aldırmadan sınıftan dışarıya çıktı ve Daphne'nin kokusuna odaklanarak gözlerini kapattı. Ayaklarının onu doğru hedefe götüreceğini bilerek kendini serbest bıraktı. Koku burnuna tamamen dolduğunda gözlerini açtı ve karşısında öfkeli ifadesiyle duran Daphne'yi buldu. Öfkesini sesinin her bir zerresine özenle işleyerek bağırmaya yakın bir tonda konuşuyordu.
"Ayrıldığımızı ne zaman anlayacaksın, Chad?! Böyle yapmaya devam edersen arkadaşlığımız da bitecek."
Cümlesini bitirdiğinde parlak mavi gözleri, siyahın tek tonu olan gözlerle buluşmuştu. Lestat'i görmenin verdiği şaşkınlık, öfkeli ifadeyi silmeye yetmiş ve hatta gülmesini sağlamıştı. Karşısında Lestat'i bulduğuna sevinmiş gibi bir hali vardı fakat Lestat de Lioncourt'tan bahsediyorduk. Onu görüp sevinmeyen kadın türü yoktu.
Lestat siyah botlarının koridorda bıraktığı tok ve hafif seslere uyum sağlayarak yavaşça yanlarına yaklaştığında, Chad kaşlarını çatarak bakışlarını ona yöneltmişti. Uzun boylu, uzun siyah saçlı, koyudan bile koyu gözleri ve her şeyin ötesinde insanı rahatsız ederken bile büyüleyebilecek soğukluktaki bu adamı görmekten, Daphne ile bu tehlikeli görünümlü adamın tanışıyor olmasından hoşlanmamıştı. Refleks olarak Daphne'yi arkasına çektiğinde Lestat istemsiz bir kahkaha atmıştı. Daphne ise "Moron musun sen?" diye sorarcasına Chad'e bakarak arkasından çıktı ve Lestat'e yaklaşarak sırıttı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Camellia - Kan ve Kalp
VampirosKan... Yıllarca varlığını borçlu olduğu şey, insanların damarlarında saklı olan kırmızı spineldi. Kaybolmadan değeri anlaşılamayacak bir şeydi kan, tıpkı spinel taşı gibiydi. Kan, içindeki duyguların daha mı vahşi olmasını sağlıyor, yoksa yatıştırıy...