İstanbul

455 24 16
                                    

Gözlerimi açtığımda saat 6'ya geliyordu ve aslında gece boyunca pek de uyuyamamıştım. Gece uyuyamayıp ordan oraya döndüğüm ve çarşafını savaş alanına çevirdiğim yatağımdan doğruldum. Odamın sahile bakan penceresinden denizi izlemeye başladım. Güneş daha tam doğmamıştı, yarım görüyordum ışığını. Bu güzel ânâ tanık olmak hep alışık olduğum bir şeydi ama bu güzelliğe uzak kalacak olmak beni oldukça üzüyordu.
Güneşin doğuşunu, denizi, martıları izlerken yarım saatin geçtiğini telefonuma gelen mesajla fark ettim. Bildirim sesiyle irkildim ve telefonumu elime aldım. Mesaj Kaya amcamdandı. Kendisi dedemin asker arkadaşının oğlu. Dedem askerlik yaparken arkadaşı şavaşta vurulmuş, şehit olmadan önce dedemden, daha küçük bir çocuk olan Kaya amcaya bakmasını, ona sahip çıkmasını istemiş. O gün bu gündür Kaya amca dedemin öz evladı gibidir. Dedem yıllarca Kaya amcaya çok iyi baktı, okuttu ve Kaya amca cerrah oldu. Dedemin de yardımıyla İstanbul'da özel bir hastane kurdu. Kendi Hastanesi'nde aynı zamanda başhekimlik de yapıyor. Ben de 2 ay önce Cerrah olarak mezun oldum. Dedem kendi hastanemin olmasını istiyor, hatta İzmir'de inşaatı başlatmış bile. Ben 2 gün önce daha asistan cerrahlığımı yapmadığımı düşünüp dedeme kendi hastanem hazır olana kadar çalışıp tecrübe kazanmak istediğimi söyleyince, dedem istemeye istemeye Kaya amcayı aradı ve 6 aylığına orda çalışmam için rica etti. Rica etti dediysem Kaya amcanın da hep dediği gibi dedemin ricaları Kaya amca için emirdir. Tabi Kaya amca beni de çok sevdiğinden hemen 2 gün sonra İstanbul'a gitmemi istedi. İşte o an yutkunamadığımı hissetmiştim. Daha önce dedemden pekte uzak kalmamıştım ve bu ayrılık ne benim için ne de dedem için iyi olmayacaktı. Dedemin bu hayatta benden başka kimsesi yoktu keza benimde ondan başka kimsem yoktu. İkimiz de birbirimiz olmadan kimsesizdik. Ee tabi birde Nazlı'mız vardı bizim. Nazlı da ben 5. sınıftayken tanışmıştık ve aynı sınıftaydık. Nazlı evin tek çocuğuydu ve anne ile babasının işleri sebebiyle İzmir'e taşınmışlardı. Nazlı'yla çok yakın arkadaş olmuştuk, birbirimizle çok iyi anlaşırdık. Anne ve babası geçirdikleri bir trafik kazasında vefat edince Nazlı'yı yetiştirme yurduna vereceklerdi. Bunu öğrendiğimizde ikimizde saatlerce ağlamıştık. Çünkü yurda girse bir daha birbirimizi göremeyecektik. Hem zaten Nazlı annesi ve babasını kaybetmiş olduğunu zor atlatmıştı. Bu süre zarfında bizim evde kalıyordu ve eğer bizden de ayırılıp yurda götürülseydi ikimiz de dayanamazdık. Dedem de Nazlı'yı çok sevmiş yurda gitmesine gönlü el vermemişti. Ertesi gün Nazlı'yı gelip alacaklarını zannederken dedemin nazlıyı evlatlık aldığını ve hatta nüfusuna bile aldığını öğrenmiştik. Artık resmen kardeştik. Nazlı Koralı, Sare Koralı. Çünkü ben de kayıtta dedemin torunu değil kızıydım. İşte o gün aynı kanı taşımıyor olsak bile kardeş olduğumuzu hissetmiştik.
                                     •••
Mesaj kutusuna bastım ve Kaya amcanın sohbetine tıkladım.
KAYA AMCA:"Prenses bugün saat 13.00'da hastaneye uğramaya çalış. Sana göstermek istediğim birşey var"
SİZ:"Olur Kaya amca. Uğrarım :)"
                                     •••
Kapıyı hiç çalmadan içeri dalan Nazlı'yı görünce hafif göz devirdim, bu kız hep böyle yapıyordu. Çok heyecanlı görünüyordu. Çünkü o da geliyordu benimle İstanbul'a. Ben de çok heyecanlıydım ama bir o kadar da buruk. Dedemi arkamızda bırakıp gitmek bana pek doğru gelmese de geleceğim için bir şeyleri göze almalıydım. Dedemi de yanımda götürmek istedim ama 6 aylık bir serüven için kurulu düzenini bozmak doğru olmazdı. Burda işletmiş olduğu koca bir şirket vardı ve bu şirkete birşey olsa dedem yıkılırdı. Çünkü bu şirket dedemin çocukluğu, gençliğiydi.
Etrafa bir göz atan Nazlı, bavulumu daha hazırlamadığımı fark edince aniden bana döndü,
"Sare kızım napıyorsun sen ya, saat olmuş 7'di, sen daha bavulunu toplamamışsın. Geç kaldık." dediği an gerçekten geç kalacağımızı anladım ve hemen giyinmeye gittim. Döndüğümde Nazlı bavulumu toplamıştı bile. Sırtıma kadar olan düz ve sarı saçlarımı serbest bırakıp komidinden telefonumu alarak hızlı adımlarla aşağı indik. Kahvaltı masasında oturan dedemi gördüm. Oldukça bitkin ve üzgündü. İstanbul'a gideceğimizin kesinleştiği günden beri yemek yemiyordu zaten. Dedemin yanağını sıraylöpüp kahvaltı masasına oturduğumuzda gözlerimin dolduğunu hissettim. Bunu Nazlı da fark edince toparlanmaya çalıştım. Ben bu tarz zamanlarda konuşmayı beceremezdim ama Nazlı öyle değildi. Derin nefes aldığını gördüm.
"Dedem yapma böyle, bak biz de çok üzgünüz ama başka çaremiz yok. Sare'nin tecrübe kazanmaya ihtiyacı var. Hem zaten her fırsatta gelmeye çalışırız, belki sen de gelirsin olmaz mı?" Dedem hafif gülümseyip bize dinç görünmek ister gibi oturuşunu dikleştirdi. Ben de oturuşumu dikleştirip dedeme döndüm.
"Dedem, ben Kaya amcayla konuştum, doktor randevularım için her ay bana izin verecek. Yani her ay görücez birbirimizi."
"Ahh be kızım öyle desene bana. Bak şimdi iştahım açıldı valla" diyen dedem sonunda kendi normal haline dönmüştü. Evet, belki hala çok üzgündü ama o da içten içe kabulleniyordu gidişimizi.
Kısa süreliğine kahvaltı yapıp dedemle vedalaştık ve evden çıktık. Havaalanı evimize 10 dakika uzaklıktaydı. Ve bizim uçağımızın kalkmasına 25 dakikamız vardı. Yetişcektik.
                                     •••
Arabadan indiğimizde uçağımız son anonslarını yapıyordu. Ufak bir trafikten yetişemeyeceğiz diye ödüm kopmuştu ama nihayet yetişmiştik. Bavullarımızı görevlilere teslim edip hemen uçağa bindik, kemerimizi bağlayıp uçağın havalanmasını bekledik.
                                     •••
Yaklaşık bir buçuk saatin ardından sonunda İstanbul'a varmıştık. Kolumdaki kol saatine baktığımda, saat 10'du. Orada bekleyen bir taksiye binip dedemin önceden bizim için satın aldığı yeni evimizin adresini verdik. Yaklaşık 45 dakikanın ardından evimizin önünde indik. Dedem zevkli adamdı ama öyle bir ev seçmişti ki bu kadarını ben bile tahmin etmemiştim
"Waow, inanmıyorum, Sare bu ev bizim mi?!"
"Evet, bu çok güzel" İki katlı şirin ve görkemli evimizi keyifle izlerken kapısını açıp içeri geçtik. Bavullarımızı içerden kapı önüne bırakıp evi dolaşmaya başladık. Evde 4 oda vardı. İkisi alt katta ikisi de üst kattaydı. Üst kattaki kapıları karşılıklı duran iki odayı kendimize yatak odası olarak seçtik. İkimizde bavullarımızı alıp eşyalarımızı odamızdaki dolaplara yerleştirdik ve salona geçtik. Kendi aramızda yolculuktan bahsederken saate baktım. Saat 12'ye geliyordu. Kalktım ve hemen hazırlanmam gerektiğini hatırladım. Nazlı,
"Sare ben de seninle geleceğim, sen hastaneye gidersin ben de kafeye bir bakarım eksiği gediği var mı diye"
Dedem buraya geleceğimiz kesinleşince Nazlı'nın pasta, börek işlerini sevdiğini bildiği için Nazlı'ya da meşgale olsun diye kafe kiralamıştı.Ve özellikle benim çalışacağım hastanenin yanında seçmişti kafeyi.
"Olur canım sen hazırlanmaya başla geç kalmayalım." dedim ve odama gidip dolabımı açtım. Az önce yerleştirdiğim kıyafetlerimin arasından seçtiklerimi giyindim ve odadan çıktım.
Nazlı ile birlikte evden çıkacağımız sırada Nazlı'nın gözleri ayağımdaki spor ayakkabılara değdi ve inanmıyorum kızarmıştı.
"Sare, canım sen beni delirtmek mi istiyorsun. Bunlar ne ya"
"Nazlı, bugün hiç bir kuvvet bana topuklu ayakkabı giydiremez."
"Kızım manyak mısın sen ya. Birazdan hastaneye gideceksin ve sen cidden spor ayakkabı mı giyindin." dedi ve derin bir nefes alıp ekledi.
"Sare eğer o spor ayakkabılarla gidersen seni kimse ciddiye almaz, emin ol."
"Öyle mi olur ya."
"Bak canım, en azından bugün şık olmalısın. Biliyorsun bugün çoğu doktorla tanışacaksın ve seni nasıl görürlerse akıllarında hep öyle kalırsın. Dur bekle sana bir ayakkabımı getireyim" deyip hızlı adımlarla üst kattaki odasına koştu.
Geri geldiğinde elinde topuklu ayakkabı vardı.
Nazlı'nın getirdiği ayakkabıları da ayağıma giydikten sonra evden çıktık. Saat 12.30 du. Yarım saat içinde hastanede olmam gerekiyordu. Caddeye doğru bir kaç adım attıktan sonra hızla geçen taksilerin durması için işaret ettik. Çoğunluk hızla geçip yoluna devam etti. Nihayet bir taksiye binebilmiştik. Taksiciye hastanenin adresini verip arkama yaslandım. İlk defa geliyordum İstanbul'a. Güzel şehirdi belki ama bana o sıcaklığı pek hissetirmemişti. Kısa bir yolculuktan sonra hastaneye varmıştık. Nazlı taksiciye ödemeyi yaptıktan sonra taksiden indik. Başımı kaldırıp hastaneye baktığımda
"Waoaw" diyebilmiştim sadece. Hastane o kadar büyüktü ki binaya bakarken başımın döndüğünü hissettim. Binanın üstünde büyük harflerle **LİFELİNE HOSPİTAL** yazıyordu. Çok heyecanlıydım. Nazlı o kadar etkilenmiştiki konuşmuyordu bile. Daha fazla kapıda kalıp hastaneyi izlememeliydim çünkü insanlar garip garip bakmaya başlamıştı. Ayrıca ilk günden geç kalmak istemiyor, saatinde orda olmak istiyordum. Nazlı,
"Sare ben hiç içeri girmeyeyim. Ama gel dersen gelirim." dediğinde
"Yok canım sen kafeyle ilgilen ben hallederim:))" dedim.
"Tamam kardeşim, şans seninle olsun." deyip sarıldı bana, birbirimize sıkıca sarıldıktan sonra ayrıldık. Nazlı hastanenin arka tarafında kalan kafeye giderken ben hastane kapısına yöneldim. Bu insanlık için küçük benim için büyük bir adımdı.

                                                   (Sare KORALI)

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

                                                   (Sare KORALI)

2. ve 3. bölümlere şans vermenizi çok istiyorum. Onları okuduktan sonra diğer bölümleri mutlaka okumak isteyeceksiniz zaten✨

AŞKA İNATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin