Koru 2

91 13 6
                                    

Onu yerden kaldırdım ve sarıldım. Hüngür hüngür ağlamaya başladı.. ''Tamam geçti.'' diyerek saçlarını okşadım. Sonra arabamı park ettiğim yere götürdüm onu. Sonra ise çok uzakta olsa bile yedi yirmi dört çalışan bir kafeye götürmek için arabayı çalıştırdım. Oraya her zaman gittiğim için güvenliğinden içim rahattı. Fakat o bir şeylerin etkisinden çıkmaya çalışır gibi titremesini durdurmaya çalışıyor hızlı soluk alıp veriyordu. Başına çok büyük bir şey gelmiş olmalı. Ona dikkatlice baktığımı görünce biraz şaşırdı ve normal davranmaya çalıştı. ''Üşüyor musun?'' diye sordum. Sonra yola baktım. Yol boştu. Tekrar ona baktım. ''Hayır. İyiyim.'' Gülümsedim ve yola döndüm. ''Nereye gideceğimizi sormayacak mısın?'' dedim soğukkanlı bir neşeyle. Elleriyle sarı saçlarını geri itti. Ve oldukça normal ve doğal bir şey söylercesine, büyük bir boş vermişlikle ''Hayır sana güveniyorum.'' Yola baktım ve içten içe gülümsedim. Aferin uslu kız. Yoksa yaramaz macera meraklısı mı demeliyim sana. Dönüp ona baktım. Yok yok şu saflığa masumluğa bak. Hem salak hem de şanslısın. Ya benim yerime başkasının arabasına biniyor olsaydı? Güzelliğine yazık olurdu. O da bana dönüp baktığında yüzümü tekrar yola çevirdim. Bütün yol boyunca konuştuk. Bana Jordan ve dünyada en çok nefret ettiği, Jordan'ı öpen Nikki'den bahsetti. Canım, o kadar tatlıydı ki... Ben de onun tatlı lise maceralarını gülerek dinliyordum. Geldiğimiz yer oldukça sessiz bir yerde. Hemen bitişiğinde bir pansiyon var. Tek katlı ve tabelasında 7/24 yazan ve kırmızı bir şekilde yanıp sönen, içerisi beyaz bir ışıkla aydınlatılmış ayık bir yerdi. Fakat pek kalabalık değildi, hatta iki üç kişi dışında kimse yoktu. Etrafı inceleyişini görmeliydiniz, meraklı gözleri oyuncak gibi bir oraya bir buraya hızlıca geziniyordu. Gerçek olamayacak kadar tatlı ve eğlenceli bir oyuncaktı. Biraz korkmuşa benziyordu. Kolunu kavradım. Gözümün içine baktı. ''İyi misin?'' bende onunkilere yavaşça gülümsüyordum. ''Evet. Hiç bu kadar iyi olmamıştım.'' Dedikten sonra bir kez bile neredeyim ben dercesine bakınmadı etrafına. ''Hadi o zaman.'' Dedim ve içeri girdik. Pencere kenarına oturduk. Mekanda hoş bir şarkı çalıyordu. Buraya hep geldiğim için bütün garsonları tanıyordum. John geldi. Beni ilk gördüğünde sevinçten havalara uçtu desem yeridir. Gözlerini benden hiç ayırmıyordu. ''Ruza hanım. Hoş geldiniz.'' Gülümsedim. Ona döndüm. Yine beni inceliyordu. Bu bakışlara alışmalıydım. ''Aç mısın?'' dediğimde John şaşkın bir şekilde ona baktı. Sanki onu ilk defa görmüş gibi. Sonra bana döndü. Çok şaşırmıştı. Buraya hep yalnız gelirim. Yanımda ilk defa birini getiriyorum. O yüzden şaşkındı. Adım gibi eminim. Ama sanki karşımda canavar varmış gibi davranıyor olması da garip kaçmıştı. Lyuss ''Hayır aç değilim.'' Dedi. John bana bakarak, ''İyi misin sen?'' Kahkaha attım. John kaşlarını anlamamış gibi çatmasına rağmen gülmüştü. Sonra kahkahası büyüdü. ''Ne içtin sen?'' dedi. Lyuss ise bir bana bakıp bir John'a bakıyordu. Genelde yalnız olduğum için Lyuss gibi havalı ve popüler görünümlü bir kızın karşımda oturuyor olması onu şaşırtmıştı. ''Ne içersin?'' Lyuss ''Sen ne içersen onu.'' Dedi. John ciddileşmişti. Beni kıskanmış olmalıydı. Tek arkadaşımın kendisi olduğunu sanıyordu. Halbuki sipariş ve ufak bir havadan sudan konuşma dışında bir iletişimimiz yoktu. ''iki kahve lütfen.'' Dedim. Giderken ikide bir arkasına dönüp bana baktı. Sinirlendim. Fakat Lyuss'a belli etmemeye çalıştım. Ki onun keyfi yerinde gibiydi. Bir süre birbirimize baktık. Sonra ben gülümseyerek ''Anlatmayacak mısın?'' dedim. Saçlarının bir tutamını kulağının arkasına itti. Tırnakları oldukça bakımlıydı. Gözleri çok büyüktü ve teni süt gibi beyazdı. İnce bir kızdı. Hareketleri narindi. Ailesi tarafından çok şımartılmış olmalı. Böylesine bebek gibi bir varlık şımartılmaz mıydı? Sonra utangaç bir şekilde masanın altında birleştirdiği ellerine bakarak ''Ne anlatayım?'' dedi. Gözümü ondan ayırmayarak, ''Gözlerin ağlamaktan şişmiş. Jordan senin için çok değerli olmalı.'' Nefesini bıraktı ve hafifçe yutkundu. Başını evet der gibi salladı. ''Aslında şuan pek umurumda değil.'' dedi bana bakarak. Ses gıcırtılıydı. Çok farklı bir tonu vardı. Sigara içenler gibi değildi fakat gıcırtılıydı işte. Dişleri büyüktü ağzını kapatmakta biraz zorluk çekiyordu, bu onu daha tatlı yaptı gözümde. İnanılmaz bir güzelliği vardı. Fakat Jordan denen velet Nikki'yi öpmüş. Dur bakalım bu tatlı öyküyü biraz deşelim. ''Neden umurunda değil? Daha ciddi bir şey mi var?'' Ciddiyetten uzaktım. Çünkü yaşadığı bu masum çocuksu şeyler bana hem komik hem de tatlı geliyordu. Fakat o ciddiydi. Ellerini masaya koydu ve burnunu çekti. Ellerine bakmaya devam ediyordu. ''Lyuss? Bir şey mi var?'' Bana baktı. Gıcırtılı ve titreyen sesiyle ''Yok mu?'' Ne diyeceğimi bilemedim bir an. Aramızda olanları bir anda unutmuştum. John geldi. İki kahve getirdi fakat diğer garsonlar da uzakta durup bizi izliyordu. John ciddiydi fakat onlar gülüyorlardı. Lyuss'un güzelliğini merak etmiş olmalıydılar. Gülümsedim. Fakat buradakilerin hiçbiri onu hak etmiyordu. Onlar gittikten sonra Lyuss'a ''Evet var. Fakat biraz normale dönsek?'' O da teslim olmuşçasına gülümsedi. Neşesi tekrar yerine geldi. ''Jordan'la nasıl tanıştınız?'' Lyuss hüzünlü ve sinirli olması gerekirken oldukça neşeli anlatıyordu olanları. ''İlk dönem İngiliz edebiyatında aynı sınıftaydık. Ders çıkışında... Bir dakika önce şunu anlatayım sonra devam ederim.'' Güldüm. ''Tamam önce onu anlat.'' Lyuss kahvesinden bir yudum aldı. ''Nikki öncesinde benim çok yakın bir arkadaşımdı. Jordan'dan hoşlandığımı biliyordu. Hatta bizi o tanıştırdı. Kitap konusu açılmışken konu Rus edebiyatına geldi. Hayatımda pek yalan söyleyen biri değilimdir. Fakat ilk defa okumadığım bir kitaba okudum dedim.'' Ben yüzümü ''Yapma ya...'' der gibi ekşittim. O da heyecanla ''Merak etme hak ettiğim cezayı aldım. Bana kitabın sonu hakkında ne düşünüyorsun? Dedi. Kitabın başını okumuştum ama bitirememiştim. Sonu sandığım bir kısmı da annem bana anlatmıştı. Ki ben pek ilgilenmemiştim. Tımarhane gibi bir şey söylemişti annem. Bende aklımda kalan saçmalıkları söyleyince Jordan 'ama kitap öyle bitmemişti ki...' demişti ve gülmüştü. Yalan söylediğim anlaşılmıştı. Rezil olmuştum. Ama çok önceden okudum hatırlamıyorum diye geçiştirmiştim, çok üstünde durmadılar zaten konuyu değiştirdiler. Benim gözlerim dolmuştu.'' Dedi ve güldü. ''Hangi kitaptı?'' Diye sordum kahvemin içine şeker atarken. ''Dostoyeski-Öteki.'' hımm. ''Diğer arkadaşlarım konuyu değiştirmek isteseler de Nikki sürekli 'Nasıl unutursun, gerçekten okudun mu sen o kitabı?' diye sıkıştırıyordu beni. O gün kavga ettik işte. Sonra o kadar çok rezil etti ki beni. Kıskandığı belliydi.'' Kaşlarımı çattım. ''Hmm. Neyini kıskanmış olabilir?'' öylece kaldı. Ne diyeceğini bilemiyormuş gibi baktı. Gülerek ''Matematik sorusu sormadım.'' , ''Biliyorum.'', ''Öyle mi?'' güldü. ''Belki de arkadaş konusunda daha çok aktif olduğumdandır. Bazen kendime neden diye soruyorum. Neden yalan söyledim diye. Genelde bana palavracı derler ama...'' Güldüğümü görünce daha hevesli anlatmaya başladı kendini. ''Aynı şey olduğunu düşündün dimi, değil ama. Yalan söylemek aptallıktır. Çünkü eninde sonunda ortaya çıkar. Fakat palavracılık biraz hayalperestlerin işidir. Derler ya 'ne salladın, ayak üstü ne senaryolar yazdın.' Falan. Bu bizim ne kadar yaratıcı olduğumuzu gösterir.'' Gözünün içine bakarak ''Biz?'' diye sordum. Kız gülümsedi. ''Biz bir şeyler karalayanlar.'' Kaşlarımı çattım ''Demek yazarsın.''
***

Onu eve bırakmak için arabaya bindik. Yoldayken birdenbire ''Sana nasıl ulaşabilirim? Dedi. ''Telefon numaranı ver.'' Deyince elini cebine götürüp telefonunu ararken bir anda aklına geldi ve ''Ben onu partide unuttum.'' Dedi. O kadar üzüldü ki neredeyse ağlayacaktı. Ne kadar duygusal bir kız. ''Tamam sorun yok gidip alırız.'' Tıpkı benim gibi unutkanmış o da. İlk değilmiş sürekli bir yerde bir şeylerini unuturmuş. Bari ben onun numarasını kaydedeyim. Bir dakika... Benimki? ''Ama orası çok uzak bir de oraya mı döneceğiz?'' Ona baktım. ''İstemiyorsan evine bırakayım.'' Sonra biraz düşündü. ''Yok yok gidelim.'' Güldüm. Partinin olduğu eve yaklaştığımızda polis arabaları vardı. Lyuss heyecanlanınca ona sakin olmasını söyledim. ''Sen arabada kal. Ben senin telefonunu alıp gelirim.'' Çok heyecanlanmıştı. ''Ama sen nereden bileceksin?'' Duymamazlıktan geldim ve eve doğru yürürken dönüp kontrol amaçlı baktığımda arabadan inmek için kapıyı açmak üzere olduğu gördüm ve anahtarla kapıyı kilitledim. Bana bakıp güldü ve arkasına pes etmiş gibi yaslandı. Ben de ona gülümsedim ve eve doğru yürüdüm. Polislerden birine ''Ne oldu burada?'' diye sorduğumda adam beni ilk önce baştan aşağı inceledi. ''Siz kimsiniz, lütfen uzaklaşın buradan.'' Dediğinde dedektif ruhsatımı gösterdim. Üzerinde Dedektif Rebekah Miller yazıyordu. Adam ilk şaşırdı sonra ciddileşerek ''İçeride bir izdiham yaşandı. Maskeli bir genç...'' derken içeride üstü kapalı cesetler çıkmaya başladı. Bütün vücudumun karıncalandığını hissettim. Ya içeride Lyuss da olsaydı? ''Maskeli bir genç söz konusu olan, bayan Miller, elindeki silahla önüne geleni vurmuş. Birkaç kişi kayıp. Bazılarının evlerine gittiğini tespit ettik fakat...'' Elime birkaç resim verdi. Altlarında resimdekilerin ismi de yazıyordu. İçlerinde Lyuss da vardı. ''Bu gençler kayıp.'' Hmm. Jordan ve Nikki de vardı bunların içinde. ''Ailelerine haber verdiniz mi?'' Adam ekibine işaret vererek yanıma çağırdı. Lyuss'un bizi gördüğünü biliyordum. Arabayı uzağa park etmiştim. İçinde biri olduğunu görmeleri imkansızdı ama biz apaçık ortadaydık. Muhtemelen cesetleri de gördü. ''Evet verdik. Birçoğu emniyetteler.'' Arabaya geri bindiğimde adam benden şüphelenmeye başlamıştı, Lyuss ağlıyordu. Duygusal kız. ''Ne olmuş burada? Sen adama ne gösterdin, kim ölmüş öyle?'' Arkama bakarak arabayı geri sürdüm, sonra döndürüp geldiğim yerden geri gittim. ''Sakin ol, her şey yolunda. Seni evine bırakacağım. Ailene bunalıp dışarı çıktığını, biraz hava aldıktan sonra kaybolduğunu söyleyeceksin, sonra da taksiye atlayıp buraya ancak o zaman eve dönebildiğini söyleyeceksin. Kendini toparla. Ailenin Jordan'dan haberi var mı?'' Lyuss heyecanlı bir şekilde ''Hay-hayır.'' dedi. Gözümü yoldan ayırmayarak soğukkanlı bir şekilde ''Güzel, sakın anlatma. Her şeyi birden anlatırsan uydurma gibi durur. Toparlan, ağladığını belli etme. Eğer ısrarla neden ağladın diye sorarlarsa kaybolduğun için korktuğunu söylersin.'' Lyuss gözyaşlarını sildi. Heyecanı devam ediyor, hızlı soluklanıyordu. ''Jordan iyi merak etme, sen de iyisin. Ucuz atlattın. Evinin önünde polis olabilir. Aynı şeyi ona da anlat. Seni kayıp olarak biliyorlar. İyi ki benimleydin.'' Lyuss donup kalmıştı. ''Biri mi saldırmış?'' Ona baktım. ''Evet, şüphelendiğin biri var mı?'' diye sordum. 'Hayır' der gibi salladı başını ve yine saçını geriye itti. Evine yakın bir yerde indik. Yakın bile olsa tek yürümesine asla izin vermezdim. Haklıydım. Evlerinin önünde polis vardı. Ailesi perişan bir şeklide onu bekliyorlardı. Lyuss bana baktı. ''Seni bir daha ne zaman göreceğim?'' Saçlarını okşadım. ''Ev adresini öğrendim, benden kurtulmazsın.'' Rahatladı ve gülümsedi. Eve yaklaştığında annesi ona koşarak sarıldı. Oldukça modern bir kadındı. Evleri çok büyüktü. Kızın zengin olduğunu anlamıştım. Lyuss ikide bir dönüp bana baktığı için gitmek zorunda kaldım. Belli edecekti saf kız orada olduğumu. Boğazım düğümlendi, ne geceydi ama. İşin gerisi sende Lyuss, kolay gelsin dostum.

SaydamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin