Ah Ruza.. Ne kadar tatlısın. Evet, benim bir koruyucu meleğim varsa eğer, o kesinlikle sen olmalısın! İnanması o kadar güç ki, daha bir hafta önceye kadar adını bile bilmiyordum, şimdiyse ailemin bile bilmediği sırlarımı paylaşır oldum seninle. Ve nedense sana.. Sonsuz bir güven duyuyorum. Yani normalde pek öyle güvenmem kimseye, en yakın arkadaşımdan bile şüphelendiğim olur, haksız da sayılmazmışım gerçi... Ama sen, çok farklısın, benden bir parça gibi..
"Neden öyle gülümseyerek bakıyorsun bana? Hadi doğruyu söyle, saçım berbat değil mi? Tanrım, kendimi hiç bu kadar unutmamıştım!"
"Hayır hayır, sadece.. Hiiç öyle baktım işte, dalmışım."Tanrım, çok acıktım. Keşke sabah bir şeyler atıştırıp çıksaymışım evden. Ruza'ya söylesem mi acaba? Belki yiyecek bir şeyler vardır? Yok ya, olmaz, alıp evine getirmiş beni buna mecbur olmadığı halde, bir de yüzsüzlük yapıp yiyecek bir şeyler isteyemem. Çok ayıp olur bu kadarı. Ama midem kazındı... Saat kaç acaba? Kesin öğlen olmuştur. Ah Ruza, hadi sorsana, acıktın mı diye, sana yiyecek bir şeyler getirmemi ister misin diye. Offf... Saçmalama Lyuss, bu kadar yüzsüz olamazsın..
-Lyuss, bir sorun mu var? Durgun görünüyorsun?
-Ee.. Yoo, sadece, midem ağrıdı da biraz.
Güzel yalan.
-Aa, bir şey mi dokundu acaba? Buraya gelmeden önce ne yedin söyle bakalım, belki bir şey midene dokunmuştur?
Ah, ne kadar da telaşlanmıştı..
-Ee şey, yok, öyle bir şey değil Ruza..
-Ne yedin Lyuss, söyle?
-Şey ben, bir şey yemedim.
-Yemedin mi? Lyuss, *alnına vurdu* nasıl bana söylemezsin? Tanrım, açlıktan ölüyorsundur.
-Yok yok, telaşlanma. Acıkmadım.
NE?!
-Yani, birazcık acıktım..
-Lyuss, sana gerçekten kırıldım, bana bunu nasıl söylemezsin? Hani benimle her şeyini paylaşıyordun? Off.. Nasıl akıl edemedim ben bunu? Aptalsın Ruza aptal.. Şimdi hemen gidip yiyecek bir şeyler alıcam tamam mı? Sen de burada bekle, ne olursa olsun buradan bir yere ayrılma tamam mı? Ben hemen dönerim.
Bunları söylerken bir yandan da aceleyle siyah ceketini arıyordu ve bulduğu anda üstüne giyinip kapıya yöneldi.
-Peki.. Şey Ruza?
Tam kapıdan çıkmak üzereyken arkasını dönüp bana baktı.
-Efendim canım?
-Fıstık ezmesi de alır mısın?
-Hahah, hem de en güzelinden! Sen sadece buradan bir yere ayrılma tatlım.
-Tamam, burada olacağım..
**Ah Ruzacık, nerede kaldın? Yanımda telefonum yok ama sen gideli yarım saat olmuştur kesin. İyisindir umarım.. Ah, sen iyisindir de, ben güvende miyim acaba? Neden o kadar ısrar ettin ki bu odadan çıkmamam konusunda? Of Ruza, gizemli Ruza, hem bu kadar tatlı olup hem de bu kadar gizemli olmayı nasıl becerebiliyorsun ki?..
O gittiğinden beri tuvalete bile gidemedim korkudan. Kapıyı da arkasından kilitleyip gitti. Hem niye gitti ki? Evde yiyecek bir şey yok muydu hiç? O ne yiyor acıktığında? Tanrım, burası gerçekten bir ev mi??
Meraklı gözlerle daha önce hiç dikkat etmediğim odaya bakınıyorum. Her yer tahtadan olduğundan burası kocaman bir sauna gibi. Yerde küçük, renkli bir kilim var. Rastgele konmuş gibi, konduğu yönle hiç alakası yok. Can sıkıntısından kalkıp onu düzeltiyorum. Aynı şekilde masa da odanın tam ortasında duruyor ve üstünde birçok ıvır zıvır, kağıt, boş şişe, birsürü kalem ve rastgele atılmış birkaç tişört var. Az önce uzandığım yatağa bakıyorum. Kırışık ve yine rastgele serilmiş bir çarşaf ve bir yastık. Tanrım, Ruza burada nasıl rahat uyuyabiliyor? Belki de burası onun odası değildir. Belki de sadece misafirler için ayırdığı basit bir odadır. Tabi ya Lyuss, seni kendi odasına mi götürecekti? Sen de bir misafirsin sonuçta. Ne bekliyordun ki, kral odasında ağırlanmayı mı? Ama yine de, bu nasıl bir dizayn böyle? Ben kendi evime çıksam asla ortalığı dağıtmazdım. Ama, belki de Ruza'nın hiç vakti yoktur ortalığı toparlamaya? Ah, aptal kafam! Hiç aklıma gelmiyor. Ruza benim için birçok şey yaptı. Ben de onun için burayı düzenlemeliyim. Umarım bu onu biraz sevindirir.
Önce yatağı toparlıyorum. Çarşafı düzeltip yastığı ellerimle kabartıyorum. Sıra masada. Tam masaya doğru yönelirken aklıma bir şey geliyor ve duruyorum. Acaba, Ruza eşyalarına dokunmama kızar mı? Acaba oda dağınıkken daha mı rahat hissediyor kendini? Öyle insanlar vardır ya.. Ama sonra vazgeçiyorum. Yok, o öyle biri değildir. Yani bence değil. Hem olsun, beğenmezse sonra yine dağıtır. Hatta birlikte dağıtırız. Ben sadece onun için bir şeyler yapmak istiyorum ve şuan için elimden gelen sadece bu.
Masanın yanına gidiyorum. Hmm, önce tişörtleri katlayalım.. Birkaç tişörtü katlayıp sağdaki küçük beyaz dolabın üstüne koyduktan sonra elime aldığım tişörte uzun uzun bakıyorum. Sanki, bir yerlerden tanıdık geliyor bu bana. Sanki eskiden sahip olup da şuan kullanmadığım veya attığım bir tişört gibi. Tam olarak emin değilim ama onlardan birine benziyor olabilir. İlginç. Ruza'yla aynı tişörtü almış olmamız çok garip ve aslında biraz da sevindirici. Demek başka ortak yönlerimiz de varmış..
**İşte, kapı kilidinin sesini duydum. Umm, harika zamanlama Ruza, odanla işim daha yeni bitmişti. Açıkçası daha her şeyi hazırlamadan gelseydin sana epey kızardım, her ne kadar açlıktan ölmek üzere olsam da..
Kapıyı kapatıp bir yerlerde geziniyor. İki katlı mıydı burası? Sanırım mutfak aşağıda ve o da aldığı şeyleri dolaba yerleştiriyor. Ya da hemen yiyebilmem için masaya diziyordur belki. Çıkalı bir saatten çok oldu, ne kadar acıktığımın farkındadır tatlı ve zeki ruh ikizim Ruza.Ee, nerede kaldı peki? Neden hala gelip beni yemeğe çağırmadı? Masayı düzenlemek kaç dakikasını alır ki? Hem aşağıdan sesler geliyor ama, çatal bıçak sesi değil bu, daha çok ayak sesi gibi. Ah Ruza'cık, bir şey mi arıyorsun? Boşversene, ölücem şimdi!
Neyse, madem artık geldi, odadan çıkabirim. Hem belki de benim gitmemi bekliyordur. Ses de gelmiyor artık, kesin masayı hazırladı da bana sürpriz yapacak. Ah nasıl da akıl edemedim, kesin planı bu!
Yavaşça odadan çıkıyorum. Merdiven hemen odanın kapısının birkaç adım ötesinden başlıyor ve yukarıdan bakıldığında mutfak tezganının kenarı görünüyor. Ama sadece o kadar. Ruza'nın bana yaptığı sürprize karşılık ben de merdivenlerden gözlerimi kapatarak, sendeleye sendeleye iniyorum ama çok eğleniyorum.
"Ruza? Beni görebiliyor musun? Ah, sürprizini bozmak istemedim. Rahat ol, henüz hiçbir şey görmedim!"
Merdivenin sonuna geliyorum ve bana doğru yaklaşan ayak sesini hissediyorum. O da sürprizi devam ettirmek için olsa gerek susuyor.
"Ruza, orada olduğunu biliyorum! Artık gözlerimi açabilir miyim? Çünkü çoook acıktım ve dikkat et çünkü seni bile yiyebilirim!"
Kocaman gülümseyerek gözlerimi açıyorum ve en fazla bir metre ötemdeki kişiyle göz göze gelmemle kalbimin yerinden fırlaması bir oluyor çünkü, bu bir erkek!
Aman tanrım aman tanrım aman tanrım!
Panik dolu halimden korktuğumu anlamış olacak ki sakince parmağını dudaklarına götürüp "Hişşt, sakin ol ufaklık." diyor.
Bu da kim böyle? Ruza, nerdesin.. Nerdesin??
"Demek Ruza'nın sabah benden sır gibi sakladığı kişi sendin.."
Mavi gözlerini gözlerime dikmiş, gülümsüyor ve benim ona hala korku dolu gözlerle baktığımı farkedince elini bana uzatıyor.
"Merhaba, ben Seraph. Ruza'nın en yakın arkadaşı sayılırım. Benden korkmana gerek yok."
Tekrar gülümsüyor. Bense konuşmayı unutmuş gibi dilim tutulmuş halde onu izliyorum.
"Ah, tatlı kız, gerçekten bu kadar korkmana hiç gerek yok, Ruza da birazdan gelmek üzeredir zaten.. Ruza senden biraz bahsetmişti bana. Daha doğrusu bahsettiği kişinin sen olduğunu düşünüyorum. Küçük, tatlı, saf bir kız olduğunu söyledi. Biraz hayalciymişsin söylediğine göre. Bir de hoşlandığın bir çocuk varmış galiba, onunla ilgili bir şeyler olmuş ama çok durmadı üstünde, pek önemli şeyler değilmiş söylediğine göre."
Öyle mi?
"Lise aşkları! Sakin ol canım, hepsini konuştuk Ruza'yla. Seni tanıyorum. Kendimi de sana tanıtacağım. Ama şimdi değil. Şimdi gitmem gerek."
Tam gidecekken tekrar arkasını dönüp bir saniye içinde yanıma geliyor ve gayet ciddi bir şekilde; "Buraya geldiğimden Ruza'nın kesinlikle haberi olmamalı, ufaklık, seni uyarıyorum."
Sessizce kapıdan çıkıp gidiyor ve ben yaşadığım şokun ardından geri geri gidip bacağımın değdiği ilk yere, merdivenlere oturuyorum. Daha doğrusu yığılıyorum. Bu da neydi şimdi? Söyledikleri doğru muydu? Yani, birçoğu doğruydu ama, Ruza gerçekten böyle mi anlatmıştı ona her şeyi? Aman tanrım.
**Birkaç dakika sonra kapının kilidi tekrar açılıyor ve ben korkuyla yerimden sıçrıyorum fakat sonra korkacak bir şey olmadığını anlıyorum. Gelen Ruza. Elinde sayamadığım birsürü poşetle aceleyle içeri giriyor. Yarı şeffaf poşetlerden birinden en sevdiğim fıstık ezmesinin en büyük boyunun kapağı görünüyor. Hoş, iştahım da kalmadı ya artık. Elindekileri hızlıca mutfak tezgahına koyuyor. Sonra yanıma gelip yere çömeliyor, geç kaldığı için binlerce kez özür diliyor ve sanırım içinde "polis" geçen bir cümle kuruyor ama ben onları duyacak durumda değilim. En sonunda susuyor ve benim bir şeyler söylememi beklediğini anlıyorum. Gözümü son birkaç dakikadır daldığım noktadan ayırıp gözlerine baktığımda kucağımda duran avucuma ılık bir gözyaşı düşüyor. Buna ben bile şaşırıyorum. Ağladığımı bilmiyordum.
Ruza telaş ve şaşkınlık dolu gözlerle bana bakıp ne olduğunu ve daha birsürü soru soruyor. "Hiç." diyorum.
"Ağlamadım ki. Daldığım için yaşarmış işte gözüm."
"Sen geç kalınca canım sıkıldı ve aşağıya inip bir göz atmaya karar verdim, hepsi bu."
"Hayır.. Hayır sen yokken kimse gelmedi."
"Evet Ruza, sana doğruyu söylüyorum."
Her ne kadar sen tersini yapmış olsan da.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Saydam
SpiritualÇünkü böyle gülümseyebilmek için ne kadar mutlu olmak gerektiğini öğrenmek istiyorum.