Seraph 2

67 11 3
                                    

Yine oradaydım. Başını yere eğmiş ağlıyordu. Saçları gözüne geliyor, göz yaşlarında ıslanmış yanaklarına yapışıyordu. O ise eliyle saçlarını yüzünden temizlerken hıçkırıklara boğulmaktan kendini alamıyordu. Güzel, acıyla dalgalanan deniz gözleri, o kıpkırmızı yanaklarına su sızdırırken, o kadar acınası görünüyordu ki. Bana ihtiyacı vardı. Bu küçük kızın yanında olmalıyım. Neden böyle düşündüğümü bilmiyorum fakat onunla olmalıyım. Bu benim kuralım, bu artık benim tek amacım. Bu güne kadar hep yalnızdım, hep terkedilmiş bir şekilde kabuğumda bekliyordum. Fakat şimdi bir dost çıkmıştı karşıma. Olmak istediğim her şeydi Lyuss. İnsanın gözünü alamayacağı güzellik, ona deli olan erkekler, popüler, zengin, kocaman temiz bir kalp... Duygusal, sıcak bir iç dünya. Gözlerinde beni görür görmez parlayan o ışık, ben bu bakış nasıl atılır öğrenmek istiyorum. Böyle güzel nasıl bakılır? Nasıl böyle acıyla ''yine sen...'' diye gülümsenir. Gülümserken bir insan nasıl ağlar, ağlarken nasıl mutlu olur? Bir insan nasıl bu kadar renkli olabilir öğrenmek istiyorum. Lyuss, seni keşfetmek, senin gibi olmak istiyorum. Lyuss, mümkünse sen olmak istiyorum. Bana öğret istiyorum, nasıl yaptığını? Bana bunu nasıl yaparsın? Lyuss, nasıl gözümün içine bakıp ağlarsın? Dostum, dünyadaki tek dostum, senin için yapmamı istediklerinin listesini yaz, bir noktası atladığım anda yüzünü çevirebilirsin benden. Böylece eski karanlık dünyama itersin beni yine. Gözlerinin içinden nasıl oluyor da her şeyinle görüyorum seni? Nasıl konuşuyor ruhun benimle, nasıl olur da... Bu kadar saydam olabiliyorsun? İçini bu kadar mı güzel gösterebiliyorsun? Aptal Ruza görmüyor musun? Ağlıyorsun... Neden ağlıyorsun Ruza? Aptal olduğunu düşünecek, belli etmemelisin. Belli etme, yalnız olduğunu bu kadar belli etme. Ona yaklaştım, bana o kadar hızlı ve sert sarıldı ki... Saçlarını okşadım, ne olduğunu bilmiyordum. ''Tamam Lyuss, geçti.'' Yağmur yağmaya başladı. Lyuss'un ağırlığını iyice hissettiğimde bayıldığını anladım. Ne olmuş olabilir? Ne kadar korktuğumu anlatmam fakat dünyanın sonu gelse endişeleneceğim tek kişi Lyuss olurdu. Ona bir annenin çocuğuna, ablanın kardeşe bağlandığı gibi bağlanmıştım. Onu zar zor arabaya taşıdım. Direksiyona oturduğumda ona baktım. ''Nereye götüreceğim ben seni? Benimkini beğenmezsin ki, bu evden çıkıp nasıl benimkine girersin? Mümkün değil.'' Etrafıma bakınıp durdum. Başka çarem yoktu. Evime götürdüm onu. Yatağıma götürüp yatırdım. Ve odadan çıktım çünkü yiyecek hiçbir şey yoktu. Hemen dışarı çıkıp bir şeyler almak zorundaydım. Fakat ya be evde yokken uyanır da korkarsa? O zaman ne olacak? Düşün Ruza düşün. Uzun zamandan sonra ilk kez misafirin oluyor. Her şeyi unutmuşum. Tanrım, yalnızlık öğretilemez mi? Tutup birkaç saatliğine de olsa bir rafa kaldırılamaz mı? Bak beni duyuyorsan eğer... Evet sana diyorum başımın belası. Yıllardır dibimdesin, kimseyi yaklaştırmıyorsun yanıma. Nereme aşık oldun da bırakmıyorsun peşimi bilmiyorum, ama iyi kötü anılarımızın hatırına Lyuss hayatımdayken bırak peşimi. Onu benden uzaklaştırma. Ne yapmam gerek söyle. Kapı çaldı. Yalnızlığın cevabı gecikmemişti. Kim gelmiş olabilir diye düşündüm. John olabilir mi? Evet eve sipariş etmiştim bir şeyler o yüzden adresimi biliyorlar fakat şuanda gelmesi çok saçma, bana bak yalnızlık beni yanlış mı anladın sen? Gaza gelip gereksiz insanları dizme kapıma. Neler düşünüyorum? Ruza kendine gel, şimdi de Lyuss gibi konuşuyorsun. Yavaş yavaş ona özenmeye başladın. Kapı deliğinden bakarken oldukça ciddi ve tedbirliydim. Lyuss'un güvenliği için her şeyi yaparım. Fakat hapı yutmuştum. Gelen sahte kimlikle birlikte bütün pis işlerimi yaptırdığım ortağımdı. Onun özel günleri var. Salı ve Perşembe geliyordu. Peki ya Lyuss? Asla bu insanların Lyuss'u görmemesi lazım, eğer ondan etkilenirse peşini bırakmaz. Kapıyı öylesine ısrarla çalıyordu ki... Tanrım bu çocuk benden hiç mi korkmuyor? Kapı açtım. Beni görünce ellerini iki yana açtı ve ''Tanrıya şükürler olsun Ruza... Biraz daha gecikseydin filizlenecektim.'' Onun yakasında tutup geri itip kapımı arkadan yavaşça örterek dışarı çıkmayı düşündüm, fakat bu Seraph çok çakal ve kurnazdı. Evde biri olduğunu hemen anlardı. Ben de sanki yakasından tutmam gerekiyormuş gibi dışarı değil de içeri çektim. O kadar yüksek sesle konuşuyordu ki, Lyuss uyanacak diye ödüm kopuyordu. ''Ne oluyor...'' Bana şaşkın şaşkın baktıktan sonra o küçümser gülüşüyle, aynı zamanda sesindeki tatlı neşe kırıntılarıyla ''Deli...Öldürecek misin beni?'' Ki ben ona sessiz ol diyecektim fakat yine yukarıda tanımasını en son isteyeceğim biri yatıyordu o yüzden olabildiğince onu burada çabuk çıkarmak istiyordum. ''Neden geldin Seraph? Bizim belirli günlerimiz yok mu?'' Yüzüme sinsice ve anlamaya çalışır gibi bakarak ''Neden fısıldar gibi konuşuyorsun? Yukarıda biri mi var?'' Derin bir nefes çekerek ne kadar sinirlendiğimi belli ettim fakat asıl amacım korkumu gizlemekti. Çünkü Seraph tam bir insan sarrafıydı. Beni çok iyi tanıyordu. Kesinlikle dostum değildi. Asla olmayacaktı. Evet çok uzun zamandır tanıştığımız doğru fakat o çok tehlikeli biriydi. İnanın o tatlı diliyle ondan daha yakın kimseniz yokmuş gibi davranır size, öyle hissettirmesini çok iyi bilirdi. Lafı ağzınızdan öyle bir alır ki siz çoğu zaman neler yumurtladığınızın farkına bile varmazsınız. Oldukça da yakışıklıdır. Uzun boylu ince yapılı genç bir delikanlı gibi görünür fakat içinde çok tecrübeli bir şeytan yatar. İnsanların gözünün içinden tüm geçmişini geleceğini okuyabilir. O öyle şeytandır ki o ışık gibi parlayan gözleri bir dikildi mi üstünüze kaçacak saklanacak yer ararsınız. Fakat kendini sevdirmesini de bilir. Hayır, kesinlikle Lyuss'u görmemesi lazım. ''Neden geldin dedim?'' Bir süre yüzüme baktı. Sonra değil Lyuss, bütün sokağın, sokaktaki bütün binanın içindeki her bir katın en ince tınısına kadar duyabileceği bir sesle kahkaha attı. ''Sen... Sen Ruza. Bazen senden çok korkuyorum. İtiraf ediyorum biraz da hoşlanıyorum. Hoşlanıyorum ne demek, büyük hayranlık besliyorum. Çünkü beni hep şaşırtıyorsun.'' Tekrar güldü ve merdivenlere doğru yürürken kolundan tutup geri ittim. ''Özel hayatım seni ilgilendirmez. Neden geldin çabuk söyle?'' Ses tonumu yükseltmiştim. Uyanma Lyuss, eğer bu muhteşem, rüya gibi hayatını seviyorsan uyanma. ''Ah... Ruza'' Cebinden Lyuss'un telefonunu çıkardı. ''Kimmiş senin aklını böyle havalara uçuran. Dur bir saniye...'' Etrafta bir süre gezindikten sonra koltuğa oturdu. Ellerimi birbirine kenetlerken bacağımı da sallıyordum. Uyanma dostum, sakın uyanma. ''Şu garson çocuk vardı, seni bir ara onunla konuşurken gördüm.'' Telefonu elinde salladıktan sonra sehpanın üstüne koydu. ''Pek de yakışıklı bir kardeşimizdi, tanıştırır mısın yoksa önemli biri değil mi? Ruza, tatlım neden çekiniyorsun? Bak şimdi de kızardın. Yabancı mıyım ben?'' Yanına oturdum. Artık saçmalamayı kesmiş kendim olmuştum. Ciddi, gizemli ve ürkütücüydüm. ''Neler oldu anlat.'' Nefesini bıraktı. ''Şu konuştuğun polis...'' yakalanmış gibi baktı bana. Beni takip ediyor. Öyleyse Lyuss'u da biliyor. Tanrım... İlk defa pot kırdığını görüyorum Seraph'ın. Lyuss hakkında soru sormaması için bozmadım. Çünkü hemen saldırıya geçer, onunla konuyu ört bas etmeye çalışırdı. O da çok üzerinde durmadı, saniyeler içinde hiçbir şey söylemeden anlaşmış gibi devam ettik konuşmaya. Kalbim öylesine çarpmaya başladı ki. Bu çocuktan kurtulamayacağım kesin. ''Senin kimliğinden şüphelenmiş, konuşurlarken duydum.'' Şaşkın bir şekilde ''Hala ordalar mı?'' Seraph başını yan yatırıp bilmiyor musun der gibi bakarak ''Sence bugün mü aldım telefonu? Üstelik sadece telefon değil biliyorsun neyse, olaydan birkaç saat sonra sen arabaya binip gittikten sonra işte.'' Ne diyeceğimi bilemedim. Ne işi vardı orada? Bunu bu kadar rahat nasıl söyleyebiliyor? Sanki ona öyle bir talimat vermişim gibi. Ben halbuki çok sonra olayı araştırmasını söyledim. Telefonu ya da dediği öteki şey her neyse onu alıp gelmesini söylemedim. Sabahın ilk saatleriydi onu aradığımda. Beni takip ettiğini gizlemiyor fakat Lyuss hakkında da bir şey sormuyor. Tam 'Sen beni mi izliyorsun?' diyecekken, ''Ortalık durgun merak etme, temiz iş. Kimse beni görmedi, kim bilebilir üniformanın altında en çok aradıkları kişi olacağını. Bakma bana öyle, bu işin altından ancak ben kalkardım biliyorsun.'' Ne işinden bahsediyor bu aptal? Bir şeyler öğrendi de benden mi gizliyor? Yanağımdan öptü ve çıkıp gitti. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Bir süre oturup düşündüm. Sonra Lyuss'in yanına çıkıp saçlarını okşadım. Gözlerini yavaşça açtı. Elbette nerede olduğunu ilk seçemedi, sonra bana ''Sen benim koruyucu meleğim misin?'' dedi. Kim bilir Lyuss, belki de sen benimkisindir.

SaydamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin