💚Jungkook oldukça dikkatini çeken kolyeyi inceliyordu. Kadife kumaşla sarılmış, siyah boyun askısının üzerindeki ince gümüş zincirli, yeşil taşlı kolyeye bakıyordu.
Yeşil taş tellerle sarılıp kolyeye tutturulmuştu. Üzerinde dolanan herhangi bir tel rastgele değildi. El ile yapılmıştı. Taşın üzerinde dolanan daireler, düşmemesini sağlayan sarmalar, her biri ışıldıyordu sanki. Gümüş zincirde tek bir tane bile pas yoktu. En ilgi çekici olan ise yemyeşil taştı. Koyu yeşilin en canlı tonundaydı ve içinde yağmur ormanlarından eriğe kadar her türlü yeşili barınıyordu. Her bir yansıması sarmaşıklar gibi dolanıyordu Jungkook'a.
Neler olduğunu anlamamıştı. Kolye onu kendine çekiyordu. Neden bu kadar ilgisini topladığını bilmiyordu, ya da neden böylesine güzel olduğunu. Taşın yeşilinin, ya da parlayan sarmal gümüşün akıcılığının neden bu kadar etkileyici olduğunu bilmiyordu. Bildiği tek bir şey vardı. Onu boynunda istiyordu.
O henüz soramadan adam cevapladı. "O satılık değil." Yüz ifadesi çok gerindi. Bakışları yine gözlüğün üzerine çıkmıştı. Gözlerini çok nadir kırpıyor, bakışlarını asla Jungkook'tan ayırmıyordu. Gergin yüz ifadesiyse bir kez olsun yerini terk etmiyordu.
Jungkook kolyenin hipnozundan kurtuldu. Uyumuş da ayılamamıştı sanki. Tekrar bakışlarını adama çevirdi. "Neden?" Kolyeyi almak istiyordu.
"Sevgilin için uygun bir şey değil o." Adam kafasını iki yana salladı ve kolyenin satılık olmadığını tekrar belirtti. Yüz ifadesinde hafif bir ürkütücülük de vardı.
"Ne sevgilisi?" Jungkook bakışlarını tekrar kolyeye çevirdi ve kendine engel olamadı. Vitrinin kapağını açtı ve kolyeye uzandı.
"Satılık değil dedim genç adam!" Adam gerçekten aksileşmişti şimdi. Ayağa kalkıyordu neredeyse.
"Ne kadar isterseniz veririm." Jungkook adamı umursamadan kolyenin gümüş zincirini tuttuğu gibi kolyeyi eline aldı.
Bu kolye bir harikaydı. Taş yerinden ayrıldığı için sallanıyorken Jungkook heyecanlanıyordu. Artık daha çok takmak istiyordu onu boynuna. Bakışlarını adama çevirdi ve tekrarladı: "Ne kadar isterseniz veririm."
Adamın surat ifadesi bir önceki hâline göre çok farklıydı. Şaşkın gibiydi. Gibi de değildi aslında. Direkt şaşkındı. Ağzı yarım açıktı, camların ardındaki gözleri irileşmişti. Kolyeye odaklanmıştı. "Ne?" Diye mırıldandı.
Anlamamıştı Jungkook birden ne olduğunu. Kolyeyi ona vermemesinden korkuyordu. Ufak zincirleri elinde sıktı. Kaçmak ve dönmemek için hazırdı. Ne yaptığını anlayamıyordu şuan. Hayatında asla hiç bir şey çalmamıştı. Ama eğer adam bırakmazsa kolyeyi çalmak için hazır bekliyordu. Şuan ne yaptığını düşünebilecek durumda değildi.
"Paraya gerek yok." Diyebildi adam sakince yerine dönerken, bakışları hâlâ kolyeyle Jungkook'un üzerindeydi ve bütün siniri uçmuştu bir anda. "Hediyem olsun."
Jungkook şaşkındı şimdi. Adam az önce öfkesinden kuduruyordu, satılık olmadığının üstüne basıp duruyordu. Şimdiyse kendi hediye ettiğini söylüyordu. "Ne?"
Adam tekrarladı: "Paraya gerek yok." Sandalyesine çekilmiş, Jungkook'u süzüyordu. Şaşkınlığı hâlâ üzerindeydi. Jungkook'un anladığı kadarıyla belli etmemeye çalışıyordu. Bakışları sürekli olarak kolyenin üzerindeydi.
"Emin misiniz?" Jungkook elindeki kolyeye baktı. Çok memnundu aldığından. Adamın fikririni değiştirmesinden korkuyor, dükkandan uçarak çıkmak istiyordu.
Bunu yaptı da. Adam emin olduğunu belirttikten sonra, başka bir şey söylemeye gerek duymadan, dükkandan hızla çıktı. Elindeki kolyeyi cebine tıkıştırdı. Evine doğru hızlı hızlı yürümeye başladı. Gergindi. Gergin olması için hiç bir sebep olmamasına rağmen gergindi.
Kolyeyi çalmamıştı, ama sebepsizce çalmış gibi hissediyordu. Kendini sorguladı. Ne saçmalıyordu? Bu kolye için ne diye bu kadar geriliyordu? Düşmemesi için cebini sıkı sıkı tutuyordu. Dükkandaki gerginliğini koruyarak hızlı ve büyük adımlarıyla evine gitti.
Toplanmaya ihtiyacı olan evi pek hoş karşılamamıştı onu. Her yerde koliler vardı ve tozlar havada uçuşuyordu. Eve girdiği gibi anahtarlığını ayakkabılığın üzerine fırlatıp odasına doğru ilerledi. Ayağı küçük bir koliye çarpınca az daha yere düşüyordu.
Odasına astığı geniş boy aynasının karşısına geçip cebinden kolyeyi çıkardı. Yeşil taş parlıyordu. Jungkook kolyenin dükkanda da böyle parlayıp parlamadığını hatırlamıyordu. Ama şuanki kadar parlamadığı belliydi. Kolyeyi iki ucundan tutup yavaşça boynuna götürdü. Zincirin iki ucunu ensesinde bağladı.
Köprücük kemiklerinin buluştuğu yerin biraz altında duruyordu taş. Her bir gümüş tel yeni şekil almış gibi parlıyordu. Tam tahmin ettiği gibi duruyordu. Çok yakışmıştı. Sevinerek aynadaki Jungkook'a baktı. Kolyenin görünümüne iyice doyduktan sonra aynanın önünden ayrıldı.
Sebepsiz bir enerji kaplamıştı içini. Bütün evi temizleyip, toparlayacak kadar enerjisi vardı. Bu enerjiyi kaybetmek istemediğinen odasından başladı temizliğe. Mobilyaları temizleyip eşyalarını yerleştirdi. Bütün odaları tertemiz yaptı.
Neredeyse hiç yorulmadan tozları alıyor, açtığı kolileri yeter demeden boşaltıyordu. Karton kutular tek tek çöpe gidiyordu. Jungkook'un iki odalı eviyse sonunda bir şeye benziyordu. Her bir köşeye bakmaya doyamadığı bitkilerini koyuyor, koltuklarını en rahat pozisyona getiriyor, bu dört duvarı sıcak bir yuva hâline getiriyordu.
Fazla olmayan mutfak eşyalarını çoğu boş kalan dolaplara dolduruyordu. Üzerlerinde izler olan camları tek bir leke bile kalmayana kadar temizliyordu. Camlar ışıldıyorlardı şimdi.
Arada bir şarkı mırıldanıyor, her gördüğü yansımada kolyesine bakıyordu. Her, kolyeyi gördüğünde istemeden gülümsüyordu.
Sonunda işini bitirdiğinde mutfağa gitti ve ketıla su doldurdu. Akşam yemeği olarak hazır noodle yiyecekti. Öğrenci olmak böyle bir şeydi işte.
Ailesi onu ne kadar sevse de tek başına yaşamayı öğrenebilmesi için fazla yardım etmeyeceklerdi. Her zaman yanında olamazlardı sonuçta. Jungkook da tek başına üstesinden gelebileceğini düşünüyordu.
Bir iş bulabilmişti hemen. Evi direkt satın aldıklarından kira ödemeyecekti. Tek sorun faturalar ve diğer ihtiyaçlardı. Onları da halledecekti bir şekilde.
Balkonun sürgülü kapısını açıp tekli koltuğu balkona çıkardı. Daha rahat olması içn yumuşak battaniyeyi üzerine serdi. Saat akşam sekiz olmuştu ve hava kararıyordu. Caddenin ışıkları yanıyordu. Pek fazla araba geçmiyor, gençler ve çocuklar arkadaşlarıyla dolanıyorlardı.
Denize yansıyan ay ışıkları suyun üzerinde süzülüyordu. Caddenin karşısındaki dairenin balkonu çiçeklerle kaplıydı, aynı zamanda renkli letlerle süslenmişti. Evin sahibinin balkonunu sevdiği belliydi. Jungkook için de güzel manzara oluyordu.
Sağında her renkten ağaçlarla kaplı dağın üzerindeki üniversite, solunda sakin deniz, tam karşısında ise o güzel balkon ve süslü cadde vardı.
Ayaklarını sehpaya uzattı ve noodleını keyifle yemeye koyuldu. Hava ne sıcak, ne soğuktu. Hafiften esen rüzgar yemeğinin dumanlarını sokağa uçuruyordu. Çok huzur doluydu. Bakışlarını önündeki manzarasından elinde tuttuğu kolyeye çevirdi.
Kopkoyu yeşil renkte olan taşın su yeşiline döndüğünü görünce şaşırdı. Rengi değişmişti. Gözlerine inanamadı ve tekrar baktı kolyeye gerçekten de rengi açılmıştı. Bazı taşlar renk değiştirebildiğinden çok da umursamadı. Özel bir taş olabilirdi. Belki de o yüzden satmak istememişti adam. Güzel bir kolye almıştı, buna tekrar sevindi ve yemeğini yemeye devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝒦𝒪ℒ𝒴ℰ | 𝚃𝙰𝙴𝙺𝙾𝙾𝙺 angst
أدب الهواة"Belki kalbim seninki gibi atmıyor ama..." Taehyung elini Jungkook'un göğsüne koydu atışını hissetmek istercesine. "Sen benim yaşayan kalbim olabilirsin."