Her şeyi gördüm, her şeyi tecrübe ettim bundan daha kötüsü olamaz, beni hiçbir şey yıkamaz dersin sonra kızın biri hayatına girer ve ağzına sıçar.
Arkana yaslanır ve şöyle dersin," Helal olsun, bu kadarını ben bile yapamazdım."
NOT: Serinin 3. kitab...
Öyleymiş, çünkü kardeşim az önce tam olarak bunu söyledi. "Atilla, İnci sana kahvaltıda bahsettiğim kız. Benim kız arkadaşım." Vay be! Ne kadar dokunaklı...
Hayatımın en zor konuşmalarından biriydi. On dakika bilemedin on beş dakika sürdü. Kardeşim, konuşmama zaman tanımadan İnci'ye dair ne varsa bir seferde anlattı. Tepki vermeden sakinlikle Savaş'ı dinledim. Kısa, net ve acımasız oldu.
Tek kelime etmeden, derinlerden bir yerden kopan benzer duygularımızı, onun ağzından dinledim. Bunu nasıl başardığımı bilmiyorum. Sakindim lan, lanet olsun ki çok sakindim.
Gerçi sakin olmasam kaç yazar, ne söyleyecektim ki? Kardeşim, aşkını ilan ederken;
"Dur! Benim gizemli kız var ya işte o kız İnci.
Şansa bak! Aynı kadına âşık olmuşuz." Böyle mi demem lazımdı.
Çözüm ne olacak? Yazı tura mı atacağız ya da iki düşman gibi mücadele mi edeceğiz.
Bu, kaderin bize kurduğu oyun.
Kazananın bile kaybedeceği, iğrenç bir oyun.
Neden? Neden Savaş olmak zorunda, başka adam kalmadı mı? Acımadan, üzülmeden kendimi frenlemek zorunda kalmadan ağzını burnunu patlatacağım biri olsa. Tanımadığım biri olsa, tanıdığım olsa da olurdu, sadece Savaş değil de başka birisi olmuş olsa... O herife neler yapardım, sırf İnciyle adını yan yana geçirdiği için bile dünya üzerindeki bütün kötülükleri o herifin üzerine yağdırırdım...
Ama Savaş, ona asla zarar veremem. Biz anlaşamasak ta, kırıp döksekte, zaman zaman kavgada etsek, Savaş, benim canımın diğer yarısı. Zaten kardeş olmak böyle bir şey değil mi? kardeşler böyle yapar, ne yaşarsa yaşasınlar gün sonunda birbirlerini korurlar.
Biz yıllarca birbirimizi herkesten korumuşken bir kızdan mı koruyamayacağız?
Demek çaresizlik hissi böyle anlarda beliriyormuş. En savunmasız olduğun anda.