6|Aile(Sülale)

2.2K 159 26
                                    

Sarayın dışarı çıkan merdivenlerinde babamı, en büyük ablam Teressa'yı ve ağabeyim Omar'ı gördüm. Misafirleri karşıladıkları yer burasıydı. Bizi ilk fark eden babam oldu. Beni görünce yüzünde güller açan adam hızlı adımlarla merdivenlerden inip yanıma gelmeye başladı.

"- Kızım!"

Bununla birlikte ben de ona doğru koşmaya başladım.

"- Baba!"

Koştuğum için kısa zamanda aynı noktada buluşmuştuk ve karşı karşıya gelir gelmez kollarımı boynuna doladım. Hâlâ genç ve dinç olan babam belimdeki elleriyle beni havaya kaldırıp döndürünce kıkırdayarak ona daha sıkı sarıldım.

Hastalığımı bildiği için daha fazla bedenimi döndürmeyip beni yere indirdi. Yine de ellerini üzerimden çekmedi.

"- Babacığım seni çok özledim." Onun yaşı ilerlemesine rağmen kırklarında anca gösteren güzel yüzüne bakarken elimi yanaklarına koydum. Benim gibi altın sarısı saçları vardı ve yıllardır saçlarına tek bir ak bile düşmemişti. Saçlarım gibi yine ondan miras aldığım ikimizde de aynı tonda olan yeşil gözlerinde bana bakarken parlayan sevgi emarelerini görmek beni çok mutlu ediyordu.

Hayatımın ilk dokuz yılı acılar içinde geçmişti. Sevginin ve ailenin ne olduğunu bilmezdim. Aslında insanlığı bile bilmezdim çünkü yaşadığım yerde ki herkes sapkındı. İnsani duygularını yitirmiş bir avuç deliden başka bir şey değillerdi genelevdekiler.

Dokuz yaşından sonraysa ilk kez babamla tanıştığımda gerçek duygularla ve sevgiyle tanışmıştım. Onun ilk tanışmamızda beni korkutmamak için olduğundan çok daha nazik davranması, gözlerinde yalnızca şefkat olması, saraya kabul edilmem için kan testi zorunlu olduğundan beni incitmeden onun çocuğu olup olmadığımın kesinleşeceğini söylemesi, eğer çocuğu değilsem de beni himayesine alacağını çünkü beni çok sevdiğini söylerken ki güzel tutumu o zaman bile çoğu şeyi anlamadığım halde içimi ısıtmıştı.

Aslında kan testinin lüzumu yoktu çünkü onun kızı olduğum apaçık ortadaydı. Tüm çocukları arasında ona en çok benzeyen bendim. Dış görünüşümüzün inanılmaz benzerliği gibi karakterimizde benzerlik gösteriyordu. Ayrıca boynumda ki bir doğum izi gibi olan imparatorluk mührü zaten imparatorun çocuğu olduğumun kanıtıydı. İmparator her değiştiğinde çocuklarının boynunda özel bir mühür oluşurdu. Bir imparator ölünce çocuklarının boynundaki izde kaybolurdu. Yani o anki imparator babam Sedeon Ascarta olduğuna göre ben tabii ki de onun kızıydım.

Yine de asillere ve aristokrat kesime elle tutulur bir kanıt vermemiz gerekiyordu ki beni kabullenip sussunlar, bu yüzden kan testi belgesini ellerine tutuşturmuştu babam. Prensesliğimin ilk başlarında soylular tarafından zorbalığa uğramıştım. Halktan gelen basit bir kız olduğumu düşünüyorlardı ve beni ezikliyorlardı. Ta ki bir element hükümdarı olduğumu öğrenene kadar. O günden bana iyi davranmaya başlamışlardı. Ve böylelikle ikiyüzlülükle tanışmıştım.

Aptal bir çocuk değildim. Yalakalık yaptıklarını farketmiştim.

Kimin hisleri iyi, kiminki kötü ya da sahte anlardım. Bu özel bir yetenekti. Babam dışında kimseye bahsetmediğim için hakkında çok detaylı şey bilmiyordum ama bu gücün sahiplerine 'his canavarı' diyorlardı. Nadir bir yetenekti.

Tüm bu yeteneklerin kaynağı annemdi, babam öyle söylüyordu. Annemin çok güçlü bir kadın olduğunu ancak güç hırsı ve kötücül arzuları uğruna kimseyi önemsemeyen bencil biri olduğunu söylemişti.

'Kendi sonunu kendi getirdi. O bitmek tükenmek bilmeyen para, güç ve mevki arzusu onu bitirdi. Hırsları yüzünden kendi öz çocuğunu iki-üç mücevhere sattı.' Bu sözleri en yakın arkadaşı ve yardımcısı olan Kâhya Pierre'ye söylemişti, annemi öldürdükten hemen sonra.

Ruhsuz Düşes CanlandıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin