Ben Gracelýnn Tara Valentin.
İlk yaşamımda aristokrat bir leydiydim.
İkinci yaşamımda ise 21.yüzyılda İspanya'da yaşayan biriydim.
Okumayı severdim. Gençlik yıllarımda okuduğum bir romanda ilk yaşamımda ki kocamın ana karakteri olduğu bir hikâyeyi...
Elimden tutup beni beraberinde çeken Marlon'a yetişmeye çalışırken içimden elbiseme lanetler savuruyordum.
Sanırım azıcık kilo almıştım. Daha önce içine kolaylıkla girdiğim, hatta bazen bollaşan elbise şimdi belimi sıkıyordu.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Marlon elimden tutarak beni bir yere doğru götürüyordu. Adımları hızlı ve telaşlıydı. Söylediğine göre buralarda mükemmel bir eğlence merkezi varmış. Zaten oradan alması gereken bir şey varmış, hazır gitmişken orayı gezeceğimizi söylemişti.
Ancak hızlı olmazsak kapanış vaktini geçireceğiz diye düşünüyordu. Bu yüzden tavırları aceleciydi.
Nihayet bahsettiği yere geldiğimizde minik bir panayır çarşısına geldiğimizi düşündüm.
Marlon ilk önce karanlık bir aura yayan çadıra yöneldi. "- Gracelýnn beni burada biraz bekler misin? İşimi halledip geleceğim, bir yere ayrılma olur mu?"
Benim tatlı randevumdan başka ne işi olabilirdi ki?
Gülümseyerek, "- Tabii, olur." Dedim.
Arkasını dönüp adeta 'ben tehlikeliyim' diye bağıran çadıra girdiği an gülüşüm soldu. Yüzümü buruşturup etrafı izlemeye başladım.
"- Kendimi ekilmiş hissediyorum." Ağzımın içinden mırıldandığım cümleyi sadece ben duydum.
Etrafı izlerken gözüme çarpan yere doğru adımladım. Çadırdan çok uzaklaşmadan gezinmem sorun olmazdı bence.
Doğal taş satan bir stantın önünde durup taşlardan yapılan takılara ve altlarına kağıtlarla ne özellikleri olduğu yazan notlara baktım. Notları tek tek okurken stantın başında tek başına oturan yaşlı kadını farkedip korkuyla irkildim.
Az önce orada kimse yoktu ve kadın zeballak gibi duruyordu. Solgun teni, kızarık pörtlek gözleri, hepsi dökülmüş olmayan dişleri ve ezilmiş gibi duran burnu değildi beni korkutan. Korkma sebebim kadının üzerindeki beyaz giysilerin kan içinde olmasıydı ve kadının kanların en fazla olduğu bölgeye eliyle baskı yaparken yüzünde mimik bile olmadan dik dik bana bakmasıydı.
Telaşla kadına uzandım. "- Hanımefendi iyi misiniz?" Cevapsız kalan sorumla yarasına bir bakış attım.
"- Yardıma ihtiyacınız var mı?"
Gülümseyen kadının dişsiz ağzı kocamandı. "- Benim değil küçük kız, senin yardıma ihtiyacın var."
Küçük kız mı? Yirmi beş yaşındaydım be ben! Yeterince büyümüştüm. Yüzüm çocuksu durduğu için ve boyum da kısa olduğu içindi kesin bunlar! İnsanlar beni en fazla on dokuz zannediyordu. Ama ayıptı canım artık, üç çocuk annesiydim ben.
"- Ne yardımı? Anlamadım."
"- Ölmüşsün sen." Gözlerimi kırpıştırarak afallamış bir halde kadına, "- Ne?" Dedim.
"- Ruhun iki kez sürüklenmiş. İmtihan edilmişsin, tam iki yaşam boyunca ve ispatlamışsın temiz ruhunu. Yaratıcı seni varislerinden kabul etmiş ancak ruhun ne kadar temizse bedeninde bir o kadar pismiş. Görüyorum ki arınma başlamış, yakında tüm kirden kurtulur ve tamamen hak ettiğin pozisyona erersin."
"- Hanımefendi ne diyorsunuz?" Kaşlarımı çatarak anlamızca kadına bakarken o göz ucuyla karnımın olduğu tarafa bir bakış atıp tezgahtaki(stant) bir kolyeye ve bilekliğe uzandı.
"- Al bunu. İhtiyacın olacak."
"- Bu nedir?" Dedim uzattığı takıları inceleyerek. Pembe kuvars taşlarından yapılan bir bileklik ve obsidyen taşından yapılmış hilâl şeklinde bir kolyeydi verdiği. Taşların yaydığı temiz aura dışında başka hiçbir özelliği yok gibiydi.
"- Pembe kuvars kendini keşfetmeni sağlayacak. Zamanla asıl gücünün farkına varacaksın. Günü geldiğinde ışıldayacak ve tüm potansiyel gücünü içine alıp soğuracak. Bedenin hâlâ biraz hasta olduğundan çok fazla güç sana zarar verir, kuvars gücünü paylaşacak ve zamanı geldiğinde, hazır olduğunda senden aldığını geri verecek. Obsidyen ise nazara karşı etkilidir. Aynı zamanda gücünü daha çabuk farketmeni sağlayacak. Vücudundaki negatif enerjileri temizleyecek. Hastalıktan kurtulduktan sonra bedeninde ki pislik kalıntılarını tamamen arındıracak."
"- Bunları bana neden veriyorsunuz?"
"- Çünkü yavrum, ben Tanrıça Menes'in elçisiyim. Onun emirlerini uygulamalıyım. Bana söylediğine göre senin bu kutsanmış taşlara ihtiyacın var. Gelecekte Tanrıça ve Tanrıların seninle bir işi olmalı. Seni koruyor ve gözetiyorlar. Onlar için önemlisin, tüm ilgileri üzerinde. Bunu bil ve hareketlerine dikkat et. Şimdi senin aksine bedeninde saf değil kapkara bir enerji barındıran eşinin yanına git. Birkaç dakika içinde o lanetli çadırdan çıkacak."
Sözlerinden sonra üzerindeki pelerinin kapşonunu başına geçirdi. Gözleri arkamda kalan çadıra garip bir bakış attı. Korku ve tedirginlik içeren bu bakışın anlamı neydi anlamadım. Gözleri bana dönen kadın nasihat eder gibi mırıldandı.
"- O adam senin aksine karanlıktan doğma. İki uyumsuz birbirinizi tamamlıyorsunuz. Dikkat ette onun karanlığında boğulma. Ve çocuğum, bilmelisin ki o sandığından çok daha tehlikeli. Sana bir garezi olmasada gelecekte onu düşmanın yapmamaya bak çünkü korkarım ki yaratıcılar bile onun gücüyle uğraşmak istemez." Çadıra son kez bir bakış atıp arkasını döndü. Gölgelerin arasında kaybolmadan önce hayranlık, korku ve şaşkınlıkla kendi kendine söylendiğini duydum.
"- Şeytanın dölü ve Yaratıcının seçilmişi... Ne mükemmel ve ne absürt bir eşleşme." Attığı kahkaha kulaklarımda çınlarken gölgelere karışarak yok oldu.
Kaybolduğu yere afallamış bir ifadeyle bakarken gözlerim elimdeki kolye ve bilekliğe döndü. İçimden bir ses bunları takmamı söylediğinden bilekliği sol bileğime, kolyeyiyse boynuma taktım.
Arkamı dönüp çadırın yanına ilerlerken yaşlı kadını düşünmeye devam ediyordum.
Sözlerinden bazı anlamlar çıkarsam'da hepsini anlayamamıştım.
"- Şu yaşlı nesilde iyice kafayı bozmuş. Manyak karı gece gece ödümü patlattı." Kendi kendime içimden geçirdiğim söylenme cümlelerinden sonra çadıra sıkıntılı bir bakış attım.
Kadının dediği kadar vardı. Yaydığı aura çok kötüydü. Ne kadar meraklansam da içeri girmeye cesaret edemiyordum. Etrafında bulunmak bile tüylerimi diken diken ediyordu. Marlon'un bir kara büyücü olduğunu bilmesem- ki normal bir kara büyücüde değildi zaten- burada ne işi olduğunu sorgulardım ama adamın ne kadar tehlikeli güçlere hükmettiğini bildiğimden hiç şaşırmamıştım.
Yanaklarımı şişirerek bir yanağımı içerden dişlerim arasına aldım.
Gerçekten çok mutsuzdum şu an! Kocam tarafından ekildiğim yetmiyormuş gibi birde manyak bir kadın aklımı bulandırıp beni korkutmuştu.
"- Ya hani hemen dönecekti bu adam, ağaç oldum resmen!"
Derken yine derin düşüncelere daldım.
Marlon madem bu kadar tehlikeliydi o zaman niye Zechery'i öldürmemişti ki? Çocuklarına zarar vermişti. Böyle bir kadını yaşatmayacağını biliyordum. O halde neden babam idam cezasını vermeden önce hiçbir şey yapmamıştı?
Ben bunları düşünedururken gözlerim uzaklarda ki bir stantın önünde oturup şişe batırılmış tavuk yiyen tanıdık bir adamı farketti.